26 Eylül 2007 Çarşamba

En ciddi tehdit ve tehlike liberal demokrasidir…

Cumhuriyet rejimini hedef almış bulunan en büyük tehlike ve tehdidin ne şeriatçılıktan ne de bölücülükten geldiğini nihayet saptamış bulunuyoruz.


Bu tehdidin adı “liberal demokrasi”dir ve başı görüldüğü her yerde ezilmelidir.

Türk toplumunun anayasal bir demokrasiye sahip olması ve bu anayasanın “Kuvvetler ayrılığı”nı esas alması, kabul edilebilecek bir durum değildir.

“Hukukun üstünlüğü” de, temel hakların ve özgürlüklerin üstün değerler olarak kabul edilmesi de, bizim “rejim”imizi sarsar, çürütür.

Haklı rekabete dayalı serbest pazar ekonomisi, “devletçilik”in anti-tezi olduğu için kabul edilemez.

Laiklik, din ile devletin ayrı olması değil, devletin dinin efendisi olmasıdır. Laikliği “vicdan ve inanç özgürlüğü” biçiminde anlayan liberal demokrasi, elbet de reddedilmelidir.

Her çeşit otoriter ve totaliter düzenin karşısında bulunmak ve “ideolojik devlet”in yanlış olduğunu söylemek, doğrudan “rejim”in değişmesini istemek değil midir?


Çok ileri gidiyorlar


Liberal demokratlar, bu söylediklerimizi savunmakla da kalmıyorlar.

Seçim sonuçlarına saygılı olmak gerektiğini ileri sürmeye kadar da dayandırıyorlar hezeyanlarını. TBMM’de yeterli çoğunluğa sahip olan siyasi partilerin, yasa ve anayasa yapmak ve hatta cumhurbaşkanı seçmek gibi hakları olduğunu bile iddia ediyorlar.

Bununla da kalmıyorlar.

Başı açık olanlar gibi başı kapalı olan kadınların da eğitim hakkından eşit biçimde yararlanmalı gerektiğini savunuyorlar.

Devletin millete değil milletin devlete hizmet etmesi gerektiğini söylüyorlar.

Birey merkezli bir dünya istiyorlar.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi Avrupa Birliği ile entegrasyonu destekliyorlar ve “Kopenhag Kriterleri”nin Türkiye’de üst değerler olarak benimsenmesini savunuyorlar.

“Liberal demokrasi” nasıl Sovyetler Birliği’nde veya İran’ın Humeynici teokrasisinde reddedildiyse, bizde de reddedilmelidir.

Taliban Afganistan’ı veya Suudi Arabistan mı, yoksa Saddam Irak’ı mı liberal demokratlara hayat hakkı tanıdılar ki, biz bunları kabullenelim.

Biz “Batılı” olmak istiyoruz ama ne İngiltere, ne Fransa, ne de İskandinav ülkeleri bize model olamaz. Batı sadece liberal demokrasiden mi ibaret? Batı’da Hitler de var, Mussolini de, Franco da, Salazar da var. Ayrıca Çavuşesku olmasaydı Romanya, Jivkov olmasaydı Bulgaristan şimdi Avrupa Birliği üyesi olabilirler miydi? Yunanistan’ı “Albaylar Cuntası” çağdaş uygarlık düzeyine ulaştırmadı mı?


Pazarları asla


Açık ve seçik koyalım meseleyi ortaya.

Bu liberal demokratlar, Türkiye’nin gelişmiş, uygar dünya ile kaynaşmış, hukukun üstün, idarenin şeffaf olduğu bir ülke konumunda bulunmasını hayal ediyorlar. AK Parti iktidarını da bu yönde ilerlemesi, Avrupa Birliği’ne uyum çalışmalarını hızlandırması için baskı altında tutuyorlar.

Bu nasıl kabul edilebilir ki?

Bu liberal demokratlar yüzünden AK Parti’nin gizli emelleri perdeleniyor. Bu nedenle rahat rahat “darbe istiyoruz” bile diyemiyoruz.

Bunlar adımızı “demokrasi düşmanı”na çıkardılar.

Bu noktada “Biz kimiz” diye sorarsanız, buna da cevap verelim:

- Biz Ertuğrul Özkök ve arkadaşlarıyız. Biz haftanın altı günü Ankaralı, pazar günleri de dünyalı olmaya çalışanlarız. Hafta arası liberal demokratları, pazar günleri de şarap markalarını listeleriz. Biz “Pazarları asla” şarkısını söyleyenlerdeniz. Haftada bir gün Batılı olabiliriz.



Mehmet Barlas - 26.09.2007

9 Eylül 2007 Pazar

Shay

Okuma ve ogrenme zorlugu ceken cocuklara ozel egitim veren bir okul icin
bagis toplama yemeginde, cocuklardan birisinin babasi katilimcilar
tarafindan asla unutulmayacak bir konusma yapti. Okula ve kendini adamis
ogretmenleri kutladiktan sonra soyle bir soru sordu:
"Disardaki etkenler tarafindan etkilenmedikce doga her seyi mukemmel bir
sekil ve sirada yapiyor. Ama yine de oglum Shay, diger cocuklarin
ogrendikleri gibi ogrenemiyor. Diger cocuklarin anlayabildikleri gibi
anlayamiyor. Oglumda dogal olmasi gerekenler seyler nerede?"
Bu soru karsisinda dinleyiciler sessiz kaldilar.
Baba devam etti. "Ben inaniyorum ki, dunyaya fiziksel ve zeka engelli Shay
gibi bir cocuk geldiginde, gercek insan dogasi kendini gosterme firsatini
buluyor ve bu da insanlarin o cocuga davranis sekillerinde kendini gosteriyor."
Ve sonra asagidaki hikayeyi anlatmaya basladi:
Shay ve babasi bir gun parkta Shayin tanidigi birkac cocugun baseball
oynadiklarini gorduler.
Shay sordu, "Acaba oynamama izin verirler mi?"
Shay'in babasi cogu cocugun Shay gibi bir cocugun takimlarinda oynamasini
istemeyeceklerini ama ayni zamanda eger ogluna izin verirlerse oglunun o cok
ihtiyacini duydugu, engellerine ragmen baskalari tarafindan kabul edilmenin
ozguveni ve sahiplenme duygusunu verecegini de biliyordu.
Shay'in babasi cocuklardan birinin yanina yaklasti ve (fazla birsey
beklemeyerek) Shay in oynayip oynayamayacagini sordu. Cocuk soyle
danisabilecegi birilerine bakti ve sonra "Su anda 6 sayi gerideyiz ve oyun
sekizinci turunda. Herhalde takima girebilir ben de onu dokuzuncu turda
vurucu olarak sokmaya calisirim" dedi.
Shay buyuk bir gayretle takimin yanina gitti ve yuzunde kocaman bir
gulumseme ile takim t-shirtini giydi.
Babasi gozunde yas, kalbi sicak duygularla dolu onu izledi. Cocuklar oglunun
kabul edilmesinden dolayi babanin mutlulugunu gorduler. Sekizinci turun
sonunda Shay'in takimi birkac puan kazandi ama hala 3 sayi gerideydi.
Dokuzuncu turun basinda Shay eldiveni eline gecirdi ve sag acik sahaya
cikti. Ona dogru hic top isabet etmemesine ragmen oyunda olmaktan son derece
mutluydu ve babasi ona tribunlerden el salladigini gordugunde yuzunde
kocaman bir gulumseme vardi.
Dokuzuncu turun sonunda Shay'in takimi yine puan kazandi. Simdi butun
kaleler doluydu, oyunu kazanma sansi ortaya cikmisti ve topa vurma sirasi
Shay'e gelmisti.
Bu noktada Shay'in vurucu olmasina izin vererek oyunu kaybetme riskini mi
almaliydilar? Sasirtici bir hamleyle Shay'e sopayi verdiler. Herkes topa
isabet ettirme sansinin sifir oldugunu biliyorlardi cunku birakin topa
vurmayi Shay sopayi bile elinde tutmasini bilmiyordu.
Ama Shay sahaya ciktiginda top atici, diger takimin kazanma sanslarini bir
kenara birakarak Shay'e bu firsati tanidiklarini gorunce birkac adim one
giderek yumusak bir sekilde topu Shay'e dogru firlatti. Ilk topa Shay
zorlukla sopayi savurdu ama iskaladi.
Atici tekrar birkac adim one dogru geldi ve topu yine yumusak bir sekilde
Shay'e dogru atti. Shay sopayi savurdu ve hafifce topa dokunarak yere
aticiya dogru vurdu.
Oyun simdi bitecekti. Atici topu yerden aldi ve ilk kaledeki adamina
kolaylikla atabilecek ve Shay'i sobeleyerek oyunu bitirebilecekti.
Ama atici topu aldi ve ilk kaledeki adaminin basinin uzerinden diger takim
arkadaslarinin erisemeyecegi yere firlatti. Tribunlerdeki herkes ve iki
takimda bagirmaya basladilar,
"Shay, ilk kaleye kos, ilk kaleye kos!" Shay hayatinda hic bu kadar uzaga
kosmamisti ama ilk kaleye gidebildi. Saskinliktan buyumus gozleriyle yere
coktu.
Herkes bagirmaya devam etti, "Ikinci kaleye kos, ikinci kaleye kos" Nefes
nefese Shay zorlukla ikinci kaleye kosabildi. Shay ikinci kaleye geldigi
sirada acik sahada diger takimdan biri topu almisti ... takimin en kucugu
olan bu cocuk kahraman olma sansini elinde tutuyordu. Topu
ikinci kaledeki adamina atabilirdi ama top aticisinin niyetini anladigindan
o da kasitli olarak topu ucuncu kaledeki arkadasinin basinin uzerinden atti.
Herkes bagiriyordu, "Shay, Shay, Shay, butun yolu kos Shay"
Karsi takimdan birinin yardim ederek onu ucuncu kaleye dogru dondurmesiyle
Shay ucuncu kaleye kosabildi, "Ucuncuye kos! Shay, ucuncuye kos!"
Shay ucuncuye gelirken diger takimdaki cocuklar ve seyirciler ayaga
kalkmislardi ve bagiriyorlardi, "Shay, hepsini kos! Hepsini kos!" Shay
hepsini kostu ve oyunu takimi icin kazanan bir kahraman olarak herkes
tarafindan alkislandi.
"O gun", dedi babasi, gozlerinden yaslar asagiya dogru suzulerek,
"iki takimdaki cocuklar da dunyaya bir parca sevgi ve insanlik getirmeyi
basardilar".
Shay bir sonraki yaza yetisemedi. O kis oldu. Bir kahraman oldugunu ve
babasini mutlu ettigini, ve eve geldiginde annesinin de gozyaslari icinde
onu kucakladigini asla unutmadi.

21 Ağustos 2007 Salı

Çığlık



Bir çığlık kendini bundan daha güzel ifade edemezdi heralde.. Bir çığlığın insan bedeninde varoluşu bu olsa gerek..

Evet evet, bu bir insan çığlığı değil, çığlığın insan üzerindeki varoluşu, dirilişi, yaşayışı..

Scabbia ablamızın da hakkını yemeyelim ama, çığlığı üzerinde bu kadar güzel taşıyabilmek de her güzelin harcı değil tabiiki..

Bir çığlık ancak bu kadar göze hitap edebilir, o yüzden fazla yazmaya gerek yok sanırım, keyfine varalım..

20 Ağustos 2007 Pazartesi

Hoşgeldin! Toros Memeli Sincabım İttir Git! Gazkaçıran Adam - Perihan Mağden

Hoşgeldin. Yurdumuza hoşgeldin, ayımıza yıldızımıza, altı okumuza, dumanlı başımıza hoşgeldin.
Toros Yer Sincabım.
Hoşgeldin Memelim. Hoşgeldin karagözlüm.
Sefalar getirdin. Dağlarıma meme getirdin.
Sincabım. Toros Yer Sincabım. Yurdumdan canlım.
Dün gece Anjelik sabaha kadar ağladı.
Neden mi?
Hani kliniğine adını verdiğim, açılışını yaptığım hayvandoktoru seni küçük bir kafesin içinde hediye etti ya bize.
"Neden o kafeste? Neden biz kafeste değiliz? Kafeslenmiş miyiz? Neyiz? Neyiz?" diye sabaha kadar ağladı.
Anjelim, meleksivilim, kadınım; muasır medeniyetten gelenim.
Ağlama; vahşi topraklar buraları.
Çıkarırız Memelimimizi kafesinden, ya da bizler de kafese gireriz. Burası da bir kafes değil mi?
Kadını için kafes, çocuğu için kafes, dedesi için kafes. Yeter!
Atam için, Atam için bir nefes!
Ağlama Anjelim. Sen de o çekik kara gözlerini boz sincap suratından gözlerime dikme Memelim Sincabım. Toros Yer Sincabım.
Dayanamam. Sana kıyamam.
Anjelim sabahlara kadar ağladı.
Brükselli. Onun geldiği topraklar ılgıt ılgıt laikçilik kokar, medeniyet kokar.
Onun geldiği yerlerde çember sakallı adamlar yok, karaçarşaflı kadınlar yok, umacılar yok, Gulyabaniler yok.
Hansel var, Gretel var, Heidi, Peter, Pinokyo, Dumbo.
Torosum. Sincabım. Toros Yer Sincabım.
Sen en yükseklere layıksın. Atamın bizim için işaret ettiği adaya.
Dünyadan kopuk. Bir tek başımıza. Sap gibi.
Başımızda Başkumandanımız. Askeriyemiz.
Örtünmek yasak. Örtünenleri atsınlar kafese. Çeksinler kapkara bir perde.
Görmesin onları ağlamaktan, kaygılanmaktan puf puf olmuş Anjeliğimin gözleri.
Anjelim. Melekmedeniyetlim. Brüksellim.
Sincabım. Memelim. Toros Yer Sincabım.
Senin gezdiğin yaylalar eskisi gibi değil. Onun için Veteriner Kemal Dolar amcan kafese koydu da verdi seni bana.
O dağlarda, memleket yaylalarında, Ankaramın sokaklarında Kara Niyetli Adamlar dolaşıyor.
Kara Niyetli Karıları altlarında arabalar, oraya buraya gidiyorlar. Ehliyet bile alıyorlar. Ne cüretle? Neye dayanarak?
Sincabım. Toros Yer Sincabım. 162 memeliden Atamın topraklarında yaşayan, 1 adetim.
Spermophilus Toronsensisim; karagözlüm. Bahtı karam. Bozkızıl tüylüm.
Anjelimin geldiği topraklarda Gazınıkaçıran Adam yok.
Anjelim ağlıyor buralarda. Dayanamıyor onlara.
Kim mi Gazınıkaçıran Adam?
Gazınıkaçıran Adam'ın kısa kısa, kıllı kıllı kolları var. Fıldır fıldır gözleri, niyeti gizli sözleri var.
Donuyla denize de girer, balkonunda ve parklarımda mangal da yapar. Karısının başını bağlar. Çocuklarını kazığa oturtur.
Gazınıkaçıran Adam beni dinlemez, onu dinlemez.
Biz anlarız, o anlamaz.
Bizim anlayıp da her bir şeyleri, kendinin anlamadığını hiç anlamaz.
Bizi dinlemez, bizi dinlemez!
Komutanım, yargıcım, savcım, kanunyapıcım, efendim: cumhuriyetelitlerim!
Gazkaçıran Adam sizin idarenize aç gözlerini dikmiş.
5 yıldızlı otelde keyif çatmak istiyor.
Karısı araba kullansın, kızı okula gitsin istiyor.
Bağlı başlarıyla hüküm sürmek istiyorlar.
Gaz kaçırıyorlar. Gidip sandıklarda yalnızca kendi gazlarını değil, bizim sonsuza dek memleket balonunu şişirdiğimiz gazı-
Gazımızı kaçırmak istiyorlar.
Komutanım! Paşam! Ulusalcım! Devletefendim!
Bizim gazımızı da kaçırırlar, huzurumuzu da.
Vatandaşım! Yurttaşım! Uyanık olalım. Gazımıza sahip çıkalım.
Toros Yer Sincabım. Yaylalardan Çocukluk Arkadaşım.
Memelim. Kızılboz renklim. Karagözlüm. Sevdam. Tabiat Aşkım.
Şimdi Arkadaşım da gitti.
Onu da gönderdiler. Bana methiyeler düze düze, onu en sonunda yolcu ettiler. Çok tatile çıkmıştı, nihayetlediler.
Biz ikimiz oysa, aynı sandaldaydık.
Amiral Gemisinin arkasına bağlı sandalda birbirimize fındık fıstık atıp eğleniyorduk.
Gazkaçıran Adam'a, onun karısına, onların çocuklarına saydıra saydıra; bağlı olduğumuz kocamaaan gemimizde ferah fücur, güvenli müvenli, ona buna saydırıp şakalaşarak yol alıyorduk.
Yol arkadaşım, Kayıkçım, Fışfışşş Kemalistim, ona buna saydırıcım gitti şimdi.
Yerine Yeni Saydırıcı aldılar.
Bana methiyeler düzdüler. Lafların ebesiymişim. Duygulanmaların körebesiymişim. Benim gibisi yokmuş.
Toros Yer Sincabım. Yeni Memelim!
Söyle ne yapayım şimdi? Geminin kıçına bağlı kayığımda, küreklerime mahkûm, ha paşam de Atam çekmeye devam mı edeyim?
Daha az amiral, daha az mühim, yeni bi gemiye mi geçeyim?? Postala bana. Fikrini haykır!
Yazmadan durmaz, duramaz bu kalem.
Ağlama Anjelim. Medeniyet gözlüm, laik yüzlüm ağlama sen.
Çakayım iki-üç Gazkaçıran Adam'a. Beni dinlemeyenlere, aklım var sananlara dört-beş geçireyim. Sonra çökeriz seninle yere.
Toros Yer Sincabımızı severiz. Yeni Memelim. Memleketlim.
Atamın yadigârı. Sincabım benim.
İttir git Gazkaçıran Adam!
Burası esas bizim.

18/08/2007 - Radikal

14 Ağustos 2007 Salı

AKP KAPATILSIN!!

“Tek Parti Olsun, Temiz Olsun”, “Düzgün bir demokrasimiz olamadı bari adam gibi bir totalitarizmimiz olsun”, “Daha da kötü bir Türkiye mümkün”, “Yeter artık olacaksa olsun şu darbe, CHP’nin duygularıyla oynamaya hakkınız yok” sloganlarıyla uzun ve geri dönülmez bir yola çıkmış olan Genç Siviller bu kritik süreçte yine üzerine düşen vazifeyi yerine getiriyor.


Ankara’daki istihbarat kaynaklarından “22 Temmuz’daki seçimi iptal edemezsek bari AKP’yi kapatalım” şeklinde konuşmalar yapıldığını öğrenen, kapatma davası ile ilgili ciddi ciddi bir dosya oluşturulduğunu duyan Genç Siviller tüm yurtta, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde ve dış temsilciliklerde hazır ve nazır bulunan ispiyoncu genç sivillere haber saldı ve aşağıda bulunan AKP’yi sadece kapatmaya değil, üzerinden balyozlarla geçilip halı saha yaptırmaya yetecek kadar çok gerekçeyi topladı. Cumhuriyetin emanet edildiği şu çılgın gençler olarak biz vazifemizi yerine getirdik şimdi sıra kapatma dosyasını hazırlayan Cumhuriyet’in savcılarında.


Toplanan birbirinden korkunç gerekçelerden oluşan kapatma dosyasını 2 Haziran Cumartesi günü saat:12.30’da Galatasaray Postanesi’nden Cumhuriyet Başsavcılığına postaladık.

İşte AKP’yi Kapatma Dosyasından Çarpıcı Gerekçeler


AKP’nin gizli anlamı: AKP harflerinin gerçek anlamı ortaya çıktı. AKP’nin kuruluşunda görev almış bir yetkili, elimizde bulunan ses kayıtlarında; harflerin Adalet ve Kalkınma Partisi’ni değil Allah ve Kuran Partisi kelimelerini ifade ettiği, ancak şartlar olgunlaşmadığı için gerçeğin açıklanamadığını itiraf etti..


Bağcılar Lisesi’nde namaz skandalından sonra Hac skandalı: Namaz skandalı yaşanan Bağcılar Lisesinde yapılan incelemelerde kamuoyunu dehşete düşürecek yeni bilgilere ulaşıldı. Bodrum katının da altında olan bir dehlizde, öğrencilerin Kabe maketi etrafında hac farizalarına yerine getirdikleri öğrenildi.


Doğan Medya Center’da da namaz skandalı: Doğan Medya Center içinde bulunan yoga ve reiki salonunu saat:05.00’de temizlemek için gelen bir grup temizlikçi kadın başörtülülerini takarak salonda namaz kılmaya teşebbüs etmişler, bir cumhuriyet mitingi dönüşü gazeteye gelmiş bulunan Milliyet Gazetesi çalışanları, namaz kılma eylemini henüz kıyam halindeyken bastırmayı başarmışlardır. Temizlikçilerin AKP iktidarı döneminde işe alındıkları, AKP iktidarından cesaret alarak geçtiğimiz Ramazan ayında da oruç tutma eylemi yaptıkları ortaya çıkarıldı.


Lisede gerici ayaklanma: Avcılar Selami Yetişgil İlköğretim Okulu’nun bazı öğrencilerinin, okulun bodrum katında “ALLAH” olarak isimlendirdikleri görünmez bir varlığa ibadet ettikleri tespit edildi. Bir öğrenci babasının kızını ispiyonlaması üzerine ortaya çıkan habere göre; çocukların son zamanlarda davranışlarının değiştiği, bazı öğrencilerin kanatlarının çıkmaya başladığı, duvarlardan geçebildikleri ve hatta gözlerinden ateş çıkarabilenlerin bile olduğu öğrenildi.


Havadan konularla bile laikliğin altı oyuluyor: Meteoroloji Meslek Liseleri öğrencilerine 4 adet yağmur duası ezberleme zorunluluğu getirildiği iddia edildi.


İnsanları inanan ve inanmayan şeklinde kamplara ayırıyorlar: AKP’li Bakan tarafından atanan Mamak Milli Eğitim Müdürü, ÖSS sınavına girecek öğrencilere yaptığı konuşmada “ Allah hepinize sınavda zihin açıklığı versin” diyerek sadece Allah’ın sevdiği dini bütün öğrencilerin başarılı olmasını istediği, dinle daha limoni bir ilişkisi olan gençlerin ise yerle yeksan olmasını dilediği anlaşıldı.
AKP’li seçmen davranışlarında artan irtica eğilimi: 14 Nisan 2006 günü, AKP seçmeni olduğu tespit edilen 67 yaşındaki Hatice Benli, Gaziosmanpaşa – Bakırköy hattında çalışan belediye otobüsüne sağ ayağıyla bindi ve ayağını atarken içten içe “bissmillahirrahmanirrahimm” dedi.


AKP’nin Atatürk karşıtı kadrolaşma hareketi: AKP’li bakan tarafından yeni atanan Rize Tapu Kadastro Müdürü’nün odası boyanırken Atatürk resmi duvardan indirildi. Kullanım talimatnamesinde boyanın 12 saatte kuruyacağı belirtilmişken, resim 15,5 saat sonra yani 3,5 saat gecikmeli olarak tekrar eski yerine asıldı. Dolayısıyla söz konusu partinin Atatürk’ü hazmedemeyen kişilerle kadrolaşma yaptığı ispatlanmış oldu.


THY’nin başörtülü açık ayrımı yaptığı belgelendi: 25 Şubat 2004 tarihinde Ankara – Urfa uçağında başı açık bir kadına cam kenarı koltuk kalmadığı söylenmişken, daha sonra gelen türbanlı kadına cam kenarından yer verildiği belgelendi. Yolcuların biniş kartları da ekte delil olarak sunulmuştur.


Reklam panolarında şeriat provası. Konya Mevlana Müzesi karşısında bulunan reklam panolarına ünlü Amerikan porno yıldızı Carmen Elektra yeni filmi için reklam vermek istemiş, AKP’ye bağlı Konya Belediyesi bu talebi geri çevirmiştir.


İçki yasağında son perde: AKP, içki yasağı politikasını uygulamak için pilot bölge olarak Samsun Devlet Hastanesini seçti. AKP yönetimi tarafından başhekim yapılan imam hatip kökenli, Samsun Devlet Hastanesi başhekimi Kamil Çoban, siroz hastası 59 yaşındaki B.T. isimli hastasına, içki içmeye devam etmesi durumunda tedaviye devam etmesinin bir anlamı kalmayacağını söyleyerek, içki içmemesi konusunda baskı yaptı.


Antalya Saime Yahşigil İlköğretim Okulunda skandal: Antalya Saime Yahşigil İlköğretim Okulunda ders programı yapılırken, din derslerinin zihinlerin zinde olduğu sabah saatlerine, İnkılâp Tarihi derslerinin ise hemen öğle yemeğinden sonra, çocuklara rehavet çöktüğü saatlere konması dikkat çekti. Ayrıca, rehaveti arttırmak için İnkılap tarihi derslerinin olduğu günler yemekhanede ayran dağıtıldığı belirlendi. Tüm bunlarla körpecik beyinlerin dini bilgilerle doldurulması, Atatürkçülüğü ise öğrenecek takati kalmaması amaçlanıyor.


Odak olma suçu: AKP’de Mustafa çok Tansel az: DONAR araştırma şirketi tarafından yapılan çalışmada; AKP seçmenleri arasında, Mustafa, Ahmet, Ali, Ayşe, Havva gibi İslam kaynaklı isimlerin CHP seçmenlerine göre 3 katı fazla olduğu, buna karşın; Tansel, Çiyse, Berkecan, Sudesu gibi çağdaş isimlerden neredeyse hiç olmadığı tespit edildi.


AKP Belediyeleri’nin Yeşil Takıntısı: AKP’li belediyelerin geçmiş dönemlere göre iki kat fazla yeşillendirme çalışması yaptığı belgelendi. Şeriatı temsil eden yeşil ile rejim değişikliğine park, bahçe ve refüjlerden başladıkları açıkça görülmektedir.
Halka okunmuş su içiriliyor: AKP’li İstanbul Belediyesi Terkos ve Ömerli barajları kıyısında her Cuma günü 41 imama 41 yasin okutuyor. Okunmuş sular şebekeye veriliyor, bu sayede insanların dini duyguları coşturularak amaçlanan şeriat devleti için taban oluşturuluyor.


Ampul Gavur icadı: CHP’nin amblemi bir Türk savaş aleti olan OK, DP’nin amblemi yine bir Türk taşıma aracı olan AT iken AKP’nin sembol olarak Amerikalı Edison tarafından icat edilmiş AMPÜL’ü seçmiş olması Türkiye’yi Batıya peşkeş çekeceğinin en güzel kanıtıdır.


AB ile gizli anlaşma: Vatansever Türk Tugayları Konfederasyonunun internet sitesinde yer alan belgeye göre; Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, AB’nin Genişleme sorumlusu Oli Rehn ile gizli bir anlaşma yapmıştır. Anlaşmaya göre, Sinop – Mersin hattının doğusu Sözde Ermenistan ve Kukla Kürdistan devletleri arasında paylaşılacak. Ege bölgesi Helen cumhuriyeti olacak. İstanbul, sıcak sulara açılma emelinden bir türlü vazgeçmeyen Rusya’ya bırakılacak. Abdullah Gül’e jest olarak da Kayseri merkezli Gülistan İslam Cumhuriyeti kurulacaktır.
Gül’ün ismi Apo’dan: Yalçın Küçük’ün isabet buyurduğu üzere; Abdullah Gül’ün Kürt olduğu ve babasının da Abdullah Öcalan’a büyük muhabbet duymasından dolayı oğluna Abdullah ismini verdiği anlaşılmıştır. (Gül ile Apo’nun aşağı yukarı aynı yaşlarda olmaları bu gerçeği değiştirmez. Demek ki babası öngörülü bir insandı.)
Erdoğan Sabetaist Kızılderili kabilesinden: Yine Yalçın Küçük’ün tespitlerine göre Tayyip Erdoğan’ın Kızılderili Sabetaist Doğan Er kabilesinden geldiği, kimliğini gizlemek için ise soyadını Erdoğan yaptığı öğrenilmiştir.


Erdoğan neden Fenerbahçeli? Fenerbahçe’nin bayrağı sarı-laciverttir. Bayrak 15 dakika kezzaplı suda bekletildiğinde iki rengin karışmasından yeşil renk ortaya çıkmaktadır. Erdoğan’ın şeriat özlemi takım tercihinde bile kendini ele vermektedir.
Menderes’in köpek davasından sonra Erdoğan’ın kedi davası: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a Van ziyareti sırasında hediye edilen(!) ve adını CANSU koyduğu kedisi yine Başbakan'ın inisiyatifiyle başbakanlık konutuna yerleştirilmiş ve konutun tüm imkanları kedi Cansu'ya seferber edilmiştir. Halkımız sefaletle boğuşurken bununla da yetinilmemiş, bir yabancı misyon şefinin getirdiği pahalı mama 'hill's' ve altın işlemeli tasma memnuniyetle kabul edilmiştir!! Geçtiğimiz yıl mart ayında birkaç günlüğüne konutu terk eden kedi Cansu'ya bu gayri ahlaki davranışından dolayı herhangi bir ceza verilmemiştir!


AKP iktidarı dini futbola bile alet etmiştir: AKP döneminde eşi türbanlı olan Ertuğrul Sağlam Beşiktaş teknik direktörü olurken, namaz kıldığı bilinen futbolcular sürekli ilk onbirlerde takımda yer bulmaya başlamışlardır. AKP iktidarı döneminde Anelka ve Aurilio’nun Müslüman olmaya zorlanması ve aynı iktidar döneminde İlhan Mansız’ın (İ.Mansız) ise futbolu bırakmak zorunda kalması da dikkat çekmiştir.

www.gencsiviller.net

27 Temmuz 2007 Cuma

Yok öyle zeytinyağı gibi üste çıkmak! - Tuğçe BARAN

Vatan Gazetesi, 26 Temmuz 2007

Şimdi bütün köşeciler Baykal’a hücum ediyor. Yok iyi yönetememiş, yok politikası iyi değilmiş, yok canavarı zamanında o yaratmış.

Yok öyle şimdi zeytinyağı gibi su üstüne çıkmak!

Memlekette “türbanlılar mı?.. Ay ne kaka” diyen tek Baykalmış gibi..

Memleket deli gibi ki kutba ayrıldıysa Baykal falan değil SİZ pek sayın köşeciler SORUMLUSUNUZ!

Yazdığınız yüzlerce saçma sapan din düşmanı, halk düşmanı yazı yüzünden.

Yarattığınız monşer, elit havası yüzünden.

Bir biz biliriz, halk bilmez, salak bunlar havası yüzünden.

Baş örtülüye geri zekalı, namaz kılana yobaz, soyunmak istemeyen gerici dediğiniz için.

Siyaset yapmanın TEK sizin “sade” hakkınız olduğunu düşünüp “ama örtülerini siyasal simge yapıyorlaaaar” gibi ne idüğü belirsiz iddialar üretip, (bana siyasal simge olmayan tek bir şey söyleyin?) “sakin olun yahu, bırakın istedikleri gibi örtünsünler” diyenlere de “işbirlikçi, demokrasi adına şuursuzluk eden romantik geri zekalılar” muamelesi yaptığınız için.

Yok öyle Baykal’a yüklenip temize çıkmak!

“Yok yani ben hakikaten etrafımda türban reklamını bırak türbanlı falan BİLE görmek istemiyorum” diyebilecek kadar şuursuzlaştığınız için. (Türkiye’nin yüzde yetmişi kapalı ulan!)

Üniversitelerdeki kanuni ayrımcılık hiç umurunuzda olmaz hatta bunu haklı bulurken topu topu 25 tane mi ne tesettür oteli var ve oraya açıkları almıyorlar diye ki alanlar var- bunu memleketin en büyük ayrımcılığı olarak gördüğünüz için.

AKP’li dediğin “göbeğini kaşıyan, kıllı, fanilalı, ebleh” insanlardır diyecek kadar edepsizleştiğiniz için.

AKP’li olmasın da MHP’li olsun, GP’li, gerekirse Saadet Partili olsun diyecek kadar müptezel olduğunuz için..

Sabah akşam, gece gündüz yılın 365 günü Melih Gökçek yazdığınız için.

Yalan yanlış testis haberleri yüzünden.

Evet bunlar yüzünden, itici, gülünç ve inandırıcılıktan uzak olduğunuz için AKP yüzde 48 oyla başımıza geçti.

H H H

Bekir Coşkun efendi etrafında AKP’ye oy vereceğini söyleyen tek kişiye rastlamamışmış. Ay pek şaşırmışmış!

Kendi pek muhterem gazetesinde çalışan en az ON kişi tanıyorum AKP’ye oy veren! Üstelik Emin Çölaşan ve Bekir Coşkun’a inat! Yeni de değil. 3 aydır AKP’ye oy vereceklerini söyleyip duruyorlardı. Şoförden, çaycıdan, söz etmiyorum, basbayağı meslektaşlarından söz ediyorum. Kendisi zahmet edip biraz orta ve alt kademede meslektaşlarıyla (tabii AKP’ye oy vermiş olanları meslektaşı addederse) oturup konuşsaydı, hangi fanusta oturuyorsa oradan biraz çıksaydı, “laik eş”, “elit komşu”, “Kemalist ahbap”, “e-çavuş” “türban düşmanı fino” dörtgeninden, beşgeninden çıksaydı görebilirdi bizzat çalıştığı kurumda BİLE kimler var, kimler yok.

Ama yoook! “AKP’li eşittir göbeğini kaşıyan, kıllı tüylü orangutanlardır” diye üretmiş ilkokul bir seviyesinde bir fikirimsi, dört aydır ha bire o tuhaf yaratığı aradığı için göremez tabii ki etrafındaki AKP çemberini.

Hiç öyle Deniz Baykal’ı günah keçisi yapıp Rodos’lara falan yüzmeye yollamaya kalkmayın.

Sandınız ki ettiğiniz hakaretlerden bir tek hakaretlerinizin hedefi etkilenecek. Sandınız ki “pis Türbanlı” dediğiniz zaman bir tek başı kapalılar sinirlenecek, üzülecek.

Sandınız ki bikiniyle denize giren insanlar otomatik CHP’lidir ve yanındakine yapılan hakaretlerden etkilenmeyecek.

Bu yüzde 48’in yüzde 25-30’u gerçek AKP’liden geldiyse geri kalanı da komşusuna edilen hakaretlerden rahatsız olandan geldi, bunu da bilesiniz..
Hiç Baykal’a falan suçu atmayın. Kendi ellerinizle yaptınız.

21 Temmuz 2007 Cumartesi

Galatasaray..?


Galatasaray, son 10 yılda Avrupa kupalarında mücadele eden takımlar arasında en başarılı 18. takım oldu. Takımların Avrupa kupalarında yaptıkları maçlar, galibiyet ve beraberlik sayıları ile takımların oynadıkları maçların zorluğuna göre verilen puanlarla Avrupa Futbol İstatistikleri adlı internet sitesinin yaptığı araştırmada Galatasaray, 1998-2007 yılları arasında Avrupa'nın en başarılı 18'inci takımı olmayı başardı. 2000 yılında UEFA Kupası'nı müzesine götüren ve yine 2000 yılında Süper Kupa'yı kazanan Galatasaray, topladığı 95,5 puanla Avrupa'nın bir çok ünlü kulübünü geride bırakarak listenin ilk 20 takımı arasına girdi. Avrupa kupalarında yaptığı maçlarla Türk futbolseverlerin kalbinde yer bulan Galatasaray, topladığı puanla Türk takımları arasında da ilk sıraya oturdu.

100 takımın yer aldığı listede 18. sırada bulunan Galatarasay, Türkiye'nin Avrupa kupalarında mücadele eden en başarılı takımı unvanını aldı. Sarı kırmızılıları, 55. sırada yer alan Beşiktaş takip ederken, Fenerbahçe, listede 79. sırada yer bulabildi. Listeye 57 puan toplayarak 55. sıradan giren Beşiktaş, AZ Alkmaar'ın hemen üstünde yer buldu. Beşiktaş, böylece Avrupa kupalarındaki en başarılı 2. Türk takımı oldu.
İlk 100 takım arasına giren bir diğer Türk takımı ise Fenerbahçe. Fenerbahçe'ye, Avrupa arenasında son 10 yılda yaptığı maçlara karşılık 38 puan verilirken, sarı lacivertliler listede 79. olabildi. En başarılı 3. Türk takım unvanını alan Fenerbahçe'yi Strum Graz, Boavista, Hapoel Tel Aviv gibi takımların listede geride bırakması dikkat çekti.
İşte Avrupa kupalarında son 10 yılın en başarılı 20 takımı:

Takım Puan

1. Real Madrid (İspanya) 192
2. Barcelona (İspanya) 182
3. Manchester United (İngiltere) 177,5
4. Bayern Münih (Almanya) 169,5
5. AC Milan (İtalya) 155
6. Valencia CF (İspanya) 148,5
7. Inter Milan (İtalya) 148
8. Liverpool (İngiltere) 145,5
9. Arsenal (İngiltere) 145
10. Chelsea (İngiltere) 136,5
11. Olympique Lyon (Fransa) 133
12. Juventus (İtalya) 132,5
13. FC Porto (Portekiz) 130
14. PSV Eindhoven (Hollanda) 116,5
15. Lazio (İtalya) 111
16. Parma (İtalya) 108
17. AS Roma (İtalya) 106
18. GALATASARAY (TÜRKİYE) 95,5
19. Newcastle United (İngiltere) 95
20. Dinamo Kiev (Ukrayna) 94,5
55. BEŞİKTAŞ (TÜRKİYE) 57
79. FENERBAHÇE (TÜRKİYE) 38

13 Temmuz 2007 Cuma

"Dinde Zorlama Yoktur" ne demek..?

Bir kadını başörtülü diye devlet dairelerine, okullara, üniversitelere sokmamak…
Seçildiği meclisten “Dışarı!” diye bağırarak kovmak… “Bu kadına haddini bildirin” diye üzerine yürümek…
Diğerini başı açık veya perçeminden saçının teli görünüyor diye karakola götürmek, fotoğrafını çekmek, ısrarı halinde beş yıl şehirden sürmek…
Bir esnafı ezan vakti dükkanı açık tutuyor diye azarlamak, kapatmaya zorlamak…
Diğerini oruç tutmuyor diye sigaya çekmek, azarlamak, hatta pataklamak…
***
“Kim yapıyor bunları” diye sormayın; kaynak gayet sağlam, kimi yaşanmış, kimi de halen yaşanmakta...
Namaz kılmayana kaç sopa (veya kırbaç) vurulacağını tartışmak…
Kılmamakta ısrar ederse hapis, hatta mürted cezası (ölüm) gerektiğini “ulema içtihadı” diye savunmak…
“Nerede yazıyor bunlar” diye sormayın; kaynak gayet sağlam, yazılmış, kayda geçmiş “mezhep içtihadı” bunlar…
Din ya da laiklik adına yapılmış ne fark eder?
Türkiye, İran, Suud-i Arabistan, Afganistan olmuş ne yazar?
Yargıtay içtihadı olmuş, mezhep içtihadı olmuş ne önemi var?
Argümanlar farklı ama mantık aynı, önemli olan bu değil mi?
***
Tarih boyunca din ve devlet putları üretip duran coğrafyamız “özgürlüğü” ne zaman teneffüs edecek?
Tanrı adına insanı öldüren doğu ve insan adına Tanrı’yı öldüren batı, bu iki arasında kopmaz bir bağ, interaktif ve yaratıcı bir ilişki olduğunu ne zaman görecek?
İnsanların seçtiği din yani dünya görüşü ve yaşam tarzı karşısında, örneğin başörtülü ise Tanrılık taslamak, başı açık ise Tanrı’nın bekçisi pozlarına bürünmek doğru olabilir mi?
İslami dünya görüşü ve yaşam tarzı üzerinde yapılan zorbalıklara karşı, yazı yazmaktan öte, meydanlarda, sokaklarda ve nihayet mahkemelerde klasörler dolusu cevabım olduğu için, bu yazıda daha çok zorbalığın “dini dünyadaki” teorik kökleri ile yüzleşeceğim. Zira işin bu yanı “orada öylece duruyor.”
Yani yine iş başa kalmış durumda anlayacağınız…
***
Şimdi…
Allah’ın kitabı der ki: “Sen hatırlat, sen ancak bir hatırlatıcısın. Dayatan bir zorba değilsin.” (Ğaşiye; 88/21-22)
Ayette geçen “Sen musaytır değilsin” ifadesindeki musaytır, Türkçe’de “satır sallamak” deyimindeki satır ile aynı kökten gelir. Kasap (sâtır, settâr), kasap bıçağı (sâtûr) kelimeleri de bu kökten…
Buradan “dayatan, zorba” manası çıkıyor.
Kimi müfessirler Mekke’de inen bu ayetin, Medine’ye gelince savaş ayetleriyle birlikte nesh edildiği görüşündedir.
Bu durumda muhalefet yıllarında caiz olmayan bu iş, iktidara gelince meşru olmuş oluyor.
Konuştuğum bir Taliban görüşünü buraya dayandırmıştı da ne söyledimse ikna olmamıştı.
Mekke’de “Sen bir dayatan zorba değilsin” diyen Kur’an, Medine’ye gelince “Artık dayatan bir zorba olabilirsin, nasıl olsa güç eline geçti” diyor öyle mi?
Eğer zorbalık Mekke’de kötüyse Medine’de nasıl iyi olabiliyor?
Kur’an’da savaş ayetleri zorbalık yapılsın diye değil; tam tersi zorbalığı ortadan kaldırmak için inmiştir. Tamamı böyledir ve hiçbir istisnası yoktur. Buradan “Bütün sosyal içerikli ayetler ezilenlerden, mağdurlardan yanadır” gibi, “Bütün savaş içerikli ayetler zorbalığa maruz kalanlardan yanadır” şeklinde bir tefsir ilkesi daha çıkarabiliriz:
“Fitne (baskı, zorbalık) sona erinceye ve din (adalet) Allah için sağlanıncaya kadar onlarla savaşın. Şayet sona erdirirlerse zalimlerden (zorba, despot, tiran) başkasına düşmanlık yoktur.” (Bakara; 2/193) vb.
Oysa az önceki “Sen dayatan bir zorba değilsin” ayeti Medine’de de geçerli olmak icabeder ve kıyamete kadar da geçerli olması gerekir. Çünkü Medine’ye gelince, nesh (yürürlükten kaldırmak, silmek) bir yana “Dinde zorlama yoktur” (Bakara; 2/156) ayeti ile teyid edildiğini, sürdürüldüğünü görüyoruz.
Çünkü bu ayetler evrensel bir yaraya parmak basıyor.
Bu yara, eline gücü geçirenin öteki insanlar üzerinde bazen Allah ve din namına, bazen de modernlik, çağdaşlık, laiklik vs. namına dayatan bir zorbaya dönüşmesidir. Kur’an argümanlarla uğraşmamış, mantığı kökünden kesmiş ama dinleyen kim…
Kur’an, peygamber üzerinden tüm Müslümanlara, din adına satır sallayan zorba (musaytır) değil; hatırlatıcı, hatırlatan (müzekkir) olmaları gerektiğini söylüyor.
Peki, Kur’an insanları hiçbir şeyde zorlamaz mı?
Onun da “Yeter” dediği “kırmızı çizgileri” yok mudur?
***
Az önce geçti, Kur’an’da hemen herkesin bildiği başka bir ayet var: “Dinde zorlama yoktur.” (Bakara: 2/256)
Bu ayet bir kimsenin din ile (İslam) kuracağı üç tür ilişkinin üçünde de zorlama olamayacağı manasına gelmektedir. Çünkü herhangi bir tahsis (sınırlandırma) yapmamaktadır. Şurada var, burada yok dememektedir.
Bir kimsenin “din ile ilişkisi” mantıki olarak üç türlüdür: Dine girmek, dini yaşamak ve dinden çıkmak…
Kanaatimce ayette her üçünde de zorlama, hele de “devlet zorlaması” yasaklanmaktadır.
Şöyle ki:
1- Dine girerken zorlama yoktur. Bu konuda ulemanın hemfikir olduğunu görüyoruz. Bir kişiyi müslüman yapmak için zorlama yapılamayacağına dair hükümler gayet açıktır. Burada fazla söze hacet yok… Bu haliyle kiliseyi zorla kabul ettirmeyi teolojik bir zorunluluk olarak gören ortaçağ Hristıyanlığının fersah fersah ilerisindedir.
2- Dine girdikten sonra da zorlama yoktur. Yani dini kabul ettikten sonra, yaygın görüşün aksine dinin içinde de zorlama yoktur. Namaz, oruç, hac, başörtüsü gibi hükümlerin yaşanması veya yerine getirilmesi gibi hükümlerde de zorlama olamaz. Çünkü daha çok hukukullah (Allah’ın hakları) sınıfına giren bu gibi hükümlerde, ne Kur’an’da ne de Hz. Peygamber’in sünnetinde herhangi bir zorlama, hele de devlet zoruyla ceza öngörüldüğü görülmemiştir. Bu tür Müslüman bireye mahsus ibadetlerin ihlal edilmesi durumunda irşat, nasihat ve hatırlatıcı (müzekkir) olmak dışında yapılacak bir şey yoktur. Herkes hesabını yevm-i kıyamette Allah’a verir. Tabiri caizse bunların hesabını Allah kendisine bırakmaktadır.
Kur’an’ın müeyyide (cezaî yaptırım) öngören kırmızı çizgilerinin hukuku’l-ibad (kul hakları) sınıfına giren konularda olduğunu görüyoruz. Bu noktada iş ahirete bırakılmayıp dünyevi cezalar öngörülüyor: Öldürmek, çalmak, yol kesmek, gasp, hırsızlık, vurgun, soygun, iftira, fuhuş, zina gibi can, mal, ırz ve namus güvenliğini tehdit eden, ortak iyiyi (maruf) yani insan (kul) haklarını alenen çiğneyen suçlarda hukuk (şeriat) vazedildiğini görüyoruz. Dünyanın her yerinde hukuk, özü itibariyle bundan ibarettir.
Demek ki bu suçları işleyenler veya işlemeye yeltenenler “devlet zoruyla” etkisiz hale getirilebilir. İslam tarih, kültür ve dil evreninde “şeriat” dediğimiz şey, bugün adına “hukuk” dediğimiz şeyin ta kendisidir. Dolayısıyla “Şeriat isteriz” demek, “Hukuk isteriz” demektir.
Devlet zor kullanma yetkisini elinde bulunduran yegane meşru otorite olduğundan, bu zor kullanma, zorbalığa karşı zor kullanmadır. Bu nedenle de, Hz. Ömer’in dediği gibi adalet mülkün (devletin) temelidir. Bundan saptığı an meşruiyetini kaybeder.
Şu halde devletin “ibadet-i mersume” dediğimiz -dar anlamıyla- ibadet yaptırma veya bunların bekçiliğini yapma gibi bir görevi bulunmuyor: Namaz kılmayana hapis, oruç tutmayana sopa, başörtüsü takmayana sürgün gibi uygulamalar dinde zorlama olacağından gayr-ı meşrudur. Veya tam tersi namaz kıldı diye hapis, oruç tuttu diye sopa, başörtüsü taktı diye sürgün vs. cezaları da kişiyi haklarından mahrum etmek olacağından gayr-ı meşrudur. Her ikisi de zor kullanma yetkisinin istismar edilmesidir.
İşte burası, zorbalığı önlemekle görevli meşru otoritenin, bizzat kendisinin zorbalığa dönüştüğü yerdir. Bu durumda ise düğümü “ma’şeri vicdan” yani saf bir yürek temizliği içindeki halk uyanışı, kitle itirazı çözer…
3- Dinden çıkmak isteyen için de zorlama yoktur. Dine girerken veya dine girdikten sonra zorlama olmadığı gibi dinden çıkarken de zorlama yoktur. Yani “Ben bu dinden çıkmak istiyorum” diyen birisine “Çıkamazsın” diye zorlama yapılamaz. Kur’an’da dinden dönenin (mürted) öldürülmesi diye bir ceza göremiyoruz. Böyle bir yola girenlere herhangi bir dünyevi ceza öngörülmüyor. Nasihat, irşat ve ahireti hatırlatma ile yetiniliyor (bkz. Bakara; 2/217, Maide; 5/54).
Yani musaytır (zorba) değil; müzekkir (hatırlatıcı) olmamız burada da isteniyor.
“Dinden döneni öldürün” veya “Müslümanın kanını dökmek ancak şu üç durumda caiz olur: Evlendikten sonra zina etmesi, cinayet işlemesi ve dinini terk edip cemaatten ayrılması…” türünden rivayetlerinin ise aslı yoktur. Sonraki çağlardaki iç savaşlarda ve isyan olaylarında iktidar çevrelerince meşruiyet kazanmak için uydurulduğu anlaşılıyor. Bu tür hadislerin uydurma olduğu defalarca ispatlanmıştır (ör. bkz. İslam’a yamanan sanal şiddet: Recm ve irtidat meselesi, Prof. M. Hayri Kırbaşoğlu, İslamiyat dergisi, Ocak-Mart, 2002).
Daha iyimser bir yorumla, dönemin şartları gereği, namaz kılmamak, zekat vermemek, sultanın kıldırdığı cuma namazını protesto etmek gibi tavırlar otoriteye itaatten dönerek cemaatten ayrılmak yani dinden dönmek olarak algılanmıştır. Dini bir toplumda siyasi bir kalkışma dini terimler kullanılarak bastırılmıştır.
Çağımızda parayı yırtmanın veya bayrağı yakmanın devlete karşı gelmek olarak algılanması, hatta bazen anayasal düzeni zorla değiştirmek olarak yorumlanıp ölüm veya müebbet hapisle dahi cezalandırılması gibi. Oysa o çağdaki insanlar bunu duysa “Bir kağıdı yırttı veya bir bezi yaktı diye ceza mı olurmuş” derler ve şaşarlardı.
Tıpkı bizim Ebu Hanife’nin Emevi sultanının kıldırdığı cuma namazına zorla götürülmeye çalışılması ve zindanda işkence altında öldürülmesine şaşmamız gibi…
Yine günümüzde, örneğin İran’da, yönetimdeki mollayı eleştirmenin İslam’a, Allah’a, peygambere ve imamlara hakaret veya Türkiye’de bir generali eleştirmenin, halkı ordudan soğutmak, cumhuriyete ve Atatürk’e hakaret olarak algılanması gibi.
O çağlarda da sultanı eleştirmek, ona biat etmemek, verdiği hutbeyi protesto için cuma namazına gitmemek, vergi vermeyi reddetmek vs. namazı, zekatı inkar etmek, peygamberin vekili olan sultana hakaret, ona itaatten dönmek, cemaatten ayrılmak yani irtidat etmek (vatandaşlıktan çıkmak, vatana ihanet!) olarak algılanıyordu. Bir de savaş çıkıp da “bağiler” öldürülünce, “mürtedler” cezalandırılmış oluyordu.
***
Demek ki “siyasi iktidar için dini fetva” olarak doğan irtidat fıkhının, iktidarı tarih olmuş fetvası hala sürüyor. Bugün için artık bunlar alelade dinden dönme olaylarına nasıl uygulanır?
Artık Müslüman askeri tarım imparatorlukları (ihya) çağlarında, onların teyidi ve ikamesi için üretilen irtidat fıkhının manası kalmamıştır. Üstelik Kur’anî bir dayanağı da yoktur, temelsizdir…
***
Bakınız, “Din bir vicdanı işi” değil; “Vicdanla başlayan bir iştir.” Kökünde sevgi ve merhamet, gövdesinde akıl ve vicdan, dallarında özgürlük ve adalet, meyvelerinde ise dünya ve ahiret mutluluğu vardır.
Tapınak ve keşiş dininden değil; gerçek hayat dininden bahsediyoruz.
Bu dinin kilisesi, papazı, din adamı, keşişi, rahibi yoktur. İslam imanı halkın gönlünde yaşar, “ma’şeri vicdanda” kök salar, özgür vicdanlarında boy atar. Toplum için yaşam kaynağı olan “Adalet devleti” vardır. Onunla da can, mal, akıl, nesil, ırz gibi insanoğlunun temel değerlerini koruyup kollar; her tür zorbalığa mani olur. İslam’da devletin manası bundan başka bir şey değildir.
Bir kimse İslam’dan döndü diye İslam’ın şerefi azalmaz. İslam kişiyle değil; kişi İslam’la şeref kazanır. İzzet ve şeref bütünüyle Allah’a aittir.
Dünya zaten zorbalardan geçilmiyor. “Şu kalpsiz dünyanın kalbi”, insanlığın basireti ve vicdanı olan Kur’an’dan dahi din namına zorbalık çıkarılacaksa, artık tuz da kokmuş demektir…

Girizgah..

Denemediğim web olaylarından birisi de işte bu "blog" denilen olaydı. Anlamını aylarca bir şekilde öğrenemediğim, öğrenince de hiç de şok falan olmadığım bir kelimeydi "blog" benim için. İşin enteresan tarafı, "blog" olayına girmemin aslında baya geç bir zamana tekabül etmiş olması. Şöyle ki, artık bloglar eskidi eskiyecek, ben daha yeni giriyorum olaya. Utanılacak bir durum değil belki, önemli hiç değil..

Boğazımdaki düğümü açmak için girdim ama sonunda "blog" olayına..

Hoşgeldim mi,
Bence geldim..