2 Ocak 2010 Cumartesi

Hiç bu kadarını... bekliyorduk - Ahmet Altan

Valla sizi bilmem ama Recep İvedik’li, “şaşkın pelivanlı” Turkcell reklamları bizim yazıişlerini çok eğlendiriyor.

O reklamlar haber kanallarında çıkınca durup izliyoruz.

Her seferinde de gülüyoruz.

Son favorimiz, ayağında beyaz çorapları ve terlikleri, üstünde mavi eşofmanı, boynunda madalyalarıyla bir dükkâna giren “pehlivanın”, gördüklerini övmek için “hiç bu kadarını” dedikten sonra durup “bekliyordum” diye eklemesi.

Bu laf yaşadıklarımıza çok uyuyor.

Birçok olayda, “hiç bu kadarını” deyip bir düşündükten sonra lafı “bekliyorduk” diye bitiriyoruz.

Dün, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun “kozmik odalarında” araştırma yapan yargıcın, “birileri beni izliyor” diye polise haber verip, izleyenlerin plakasını bildirmesinden sonra o plakalı araçlardan askerlerin çıkması da aynı cümleyle karşılandı yazıişlerinde.

“Hiç bu kadarını... bekliyorduk.”

Hatta bu lafı manşet yapmayı önerenler de oldu.

Reklam çok yeni, bu lafın henüz günlük dile yerleşmediğini, okuyucunun ne dediğimizi tam anlayamayacağını düşünüp vazgeçtik.

Koskoca bir ordudan bahsediyoruz.

Ama işler gerçekten artık “ciddiyet” noktasının çok ötesine geçti.

Sanki küçük bir Latin Amerika ülkesinde geçen bir darbe parodisini izliyoruz.

Başbakan Yardımcısı’nın evini gözetlerken yakalanan albay, cebinden çıkan adresi yutmaya çalışırken durduruluyor.

“Hiç bu kadarını... bekliyorduk.”

“Boru” diyorlar LAW silahı çıkıyor, “bizim değil” diyorlar onların çıkıyor, “kâğıt parçası” diyorlar belge çıkıyor.

Yargıcın “beni takip ediyorlar” diye bildirdiği araçlardan askerler çıkıyor.

Askerlerin yargıcı izlemesine mi şaşacağız, izlerken bir yargıç tarafından yakalanacak kadar acemi olmalarına mı şaşacağız, bir türlü karar veremiyoruz.

“Hiç bu kadarını bekliyorduk yani.”

Genelkurmay, “bizde JİTEM yoktur” dedi, dün de Jandarma Komutanlığı bir açıklama yapıp aynı lafı tekrarladı.

“Bizde JİTEM yok.”

JİTEM’in olduğunu gösteren belgeleri herkes gibi biz de daha önce yayımlamıştık.

Bugün JİTEM’in varlığını doğrulayan yeni belgeleri de yayımlıyoruz.

Kendi kurdukları, resmî belgelerde adından açıkça bahsettikleri bir kuruluşun varlığını reddediyorlar.

“Hiç bu kadarını bekliyorduk.”

Böyle ısrarla reddettiklerine göre yaptıklarının “iyi bir şey” olmadığını kendileri de biliyorlar.

“Öyleyse niye yapıyorsun çocuğum? Varlığını bile kabul edemeyeceğin bir örgütü niye kuruyorsun?”

Bir yanından kanlı darbe planları, bir yanından gülünç acemilikler, bir yanından yalan olduğu daha söylendiği anda anlaşılan yalanlar fışkırıyor.

Ben çocukken çok tekrarlanan bir söz vardı.

“Başka ülkelerde işler ciddidir ama vahim değildir, bizde işler vahimdir ama ciddi değildir.”

Çocukluğumda söylenen laf ihtiyarlığımda da geçerli.

Böylesine gayrı ciddi bir vahamete doğrusu ya az rastlanır.

Her sabah toplantıda aynı şeyi söylüyorum, “asker haberi istemiyorum.”

Ama sağanağa tutulmuş gibiyiz.

Başbakan Yardımcısı’nı izlerken yakalanan askerleri soruşturan yargıcı izlerken yakalanan askerler.

Böyle bir haberi görmemek için hakikaten “büyük” bir gazete olmak gerekir ki Allah öyle bir büyüklükten korusun insanı.

Dünyanın her yanında ciddi sarsıntılara neden olabilecek haberleri artık biz güle güle yazıyoruz.

Gülmemek elde değil.

Her seferinde yakalanıyorlar.

Eskiden medya böyle şeyler yazmadığı için askerlerin yaptıkları belli olmuyordu ama şimdi Türkiye de, medya da değişti, o yüzden her acemilik ortaya çıkıyor.

Bu ordu o dört darbeyi nasıl yaptı?

Doğru dürüst tek bir gazete olsaymış bu ülkede tek bir darbe bile gerçekleşmezmiş.

Hepsi, ellerinde lokum kutusu gibi taşıdıkları darbe planlarıyla yakalanırlarmış.

Bunlar becerikli olduklarından değil, onları yakalayacak kimse olmadığından yakalanmamışlar.

Şimdi de yargıcı izlerken yakalandılar.

Yeni bir yılın ilk gününde artık bu kadar sınır tanımazlığı ciddi ciddi eleştirmek de mümkün ama gözümün önüne hep Genelkurmay Başkanlığı’na giren “şaşkın pehlivan” geliyor bugün.

Yaptıklarına gülüveriyorum.

Darbe planlarına, yalanlara, sürekli yakalanan ajanlara bakıyor ve diyor ki:

“Hiç bu kadarını... bekliyordum.”

Ahmet Altan - 02.01.2010 - Taraf

Utanmaz mısınız? - Mehmet Altan

Dün yeni yılın ilk günüydü... Sabah kalkıp, gazete manşetlerine göz atınca, aklıma çok sevdiğim bir "Temel Fıkrası" geldi. Temel kompartımanın kapısını açıp, içeri bakınca...

Bir İngiliz, bir Fransız ve bir Alman’ın oturduğunu görmüş...

-“Ulan gene mi siz”, diyerek kapıyı kapatmış...

***

Seferberlik Tetkik Kurulu’nda arama yapan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi Kadir Kayan’ı takip ettiği belirtilen Kangoo model iki araca Terörle Mücadele Ekipleri operasyon düzenlemiş... Durdurulan araçlardan 4. Kolordu Komutanlığı ile Deniz Kuvvetleri’nde görevli sivil giyimli yedi asker çıkmış... Askerler, Ankara Merkez Komutanlığı’na götürülmüş...

Haberin yanı başında ise Genelkurmay Başkanı’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yayınladığı yeni yıl mesajı vardı:

“Türk Silahlı Kuvvetleri olarak Ebedi Başkomutanımız Atatürk’ün engin düşüncelerinin rehberliğinde yürüttüğümüz tüm faaliyetlerimizle, güçlü bir Türkiye idealine ulaşmanın gayreti içindeyiz. Vatanın gayretli kimselerin omuzları üzerinde yükseleceğine inanarak çalışan nitelikli personelimizle, enerjimizi başka alanlarda tüketmeden, emin adımlarla bu hedefe doğru ilerlemeye devam ediyoruz.”

***

Daha yeni yıla “Bismillah” demeden, dünkü gazetelerde askerlerle ilgili bir diğer haber, Genelkurmay Başkanlığı’nın ardından Jandarma Genel Komutanlığı’nın da Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne kuruluş ve kadrolarında “JİTEM” adı altında bir birimin bulunmadığını bildirmesiydi...

3. Ağır Ceza Mahkemesi, Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şırnak’ta çeşitli tarihlerde birden fazla adam öldürme, kundaklama ve bombalama eylemi gerçekleştirdikleri iddiasıyla yargılanan ve aralarında PKK itirafçılarının da bulunduğu 11 sanıklı davaya bakıyordu...

Jandarma Genel Komutanlığı’nın mahkemeye gönderdiği yazıdaki şu cümle dikkatimi çekti:

“JİTEM isminin bir süre daha bölgede bazı vatandaşlarla bir kısım devlet görevlileri tarafından kullanılmasının, tamamen bilgisizlikten veya jandarma ile ilgili olmayan kötü niyetli bir kısım çevrelerin yaklaşımından kaynaklandığı değerlendirilmektedir.”

Dönemin OHAL Asayiş Bölge Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen’in NTV’deki Canlı Gaste programında “JİTEM denilen insanlar da subay” dediğini hep birlikte gözlerimizle görüp, kulaklarımızla işitmedik mi?

***

Tabii amaç, “yargılananları” kurtarmak... Yoksa bu kadar göz göre göre komik bir hale düşe düşe üfürülür mü?

Diyarbakır’daki 11 sanıklı davaya bakan mahkeme, bu cevap üzerine görevsizlik kararı vererek dosyayı özel yetkili ağır ceza mahkemesine gönderdi, sizinle iddiaya girerim, bu dava da aynı Şemdinli gibi olacaktır...

***

Bunları yazıp çizen, “hukuka saygı, tutarlılık, açıklık, saydamlık” isteyene...

Ne yapıyorlar?

Mehmet Baransu’ya yaptıklarını...

Genelkurmay Adli Müşavirliği, Adalet Bakanlığı’na “yeterli, etkili ve caydırıcı işlem yapılması”nı isteyen bir yazı gönderiyor, Adalet Bakanlığı yazıyı oradaki bir genel müdür yardımcısı marifetiyle ilgili savcılığa iletiyor, oradaki “kahraman” bir savcı da “basın suçu” için eşi menendi görülmemiş olsa da, Genelkurmay’ın işaret ettiği sanık için derhal “tutuklama” istiyor...

***

Gördüğünüz gibi, “Temel Fıkrası” insanın aklına boş yere gelmiyor.

Askeriyenin, AB “tam üyeliğine” yönelik çok samimi bir reform süreci olmadan kendiliğinden “demokratik” bir zihniyete kavuşacağını sanan çok yanılır...

Keşke tersi olsaydı da bunca skandaldan sonra, hiç olmazsa yeni yıla askeriyenin komedi dizisine dönen “pişkin beceriksizliğiyle” başlamasaydık...

Askerler, Türkiye’yi yönetme konusunda inat etmekten vazgeçip, kendi işlerini yeryüzü standartlarda yapmaya karar verseler de, biz de Türkiye’nin temel sorunlarına dönebilsek...

Ne güzel olurdu ama bunun faydası anlaşılmış olsaydı İttihat Terakki Osmanlı’yı batıramazdı...

Batırmadan anlamıyorlar... Gerçi batırsalar da anlamıyorlar ya...

Mehmet Altan - 02.01.2010 - Star