19 Kasım 2009 Perşembe

Avukatlar ne zaman yürür? - Mehmet Altan

Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan “Askeri Danıştay” bizde var. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Bizdeki gibi bir “Askeri Yargıtay” dünyada hiçbir yerde yok.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Birçok ülkede askeri mahkeme yok, olanlar da bizdekiler gibi değil.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Yürürlükte olan anayasa askeri darbe ürünü.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Yürürlükteki 600 yasa, onca mevzuat da 12 Eylül Rejimi’nin mirası. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

28 Şubat’ta cuntacılar yüksek yargıya Genelkurmay’da brifing verdi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

27 Nisan e-muhtırası bir anayasa ihlaliydi.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Şemdinli Savcısı “iddianame” yazdığı için meslekten men edildi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Van Ağır Ceza Mahkemesi’nin Şemdinli sanıklarına verdiği 39 yıl 4 aylık ceza, dosya Yargıtay üzerinden askeri mahkemeye intikal ettiriliyor ve askeri mahkeme sanıkları ilk celsede tahliye ediyor. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Şemdinli savcısını görevden attırdığını ve 27 Nisan e-muhtırasını bizzat kaleme aldığını söyleyen bir önceki Genelkurmay Başkanı için hiçbir savcı harekete geçmedi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Askeri Ceza Kanunu’nun 148. maddesi “askerlerin siyasi demeç” vermesini yasaklıyor ama bu madde sabah akşam ihlal ediliyor.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Faili meçhul cinayet sanığı JİTEM’ci Gültekin Sütçü’yü sivil mahkeme tutukluyor, bir şekilde askeri mahkemeye nakil sağlandığında sanık serbest kalıyor ve serbest kalınca da firar ediyor. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Türk yargısı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından en çok mahkûm edilen yargı.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Bir mahkeme kararı, hâkimler değişince taban tabana zıt kararlar verebiliyor. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Yargıtay başkanlarından Eraslan Özkaya’nın adı kamuoyunda Alaattin Çakıcı-MİT ve Yargıtay üçgeninde tartışılan davaya karıştı. Çakıcı’nın yurtdışına kaçışıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sırasında Yargıtay Başkanı Özkaya’nın, Milas’taki kooperatif evinin inşaatını yapan müteahhit Hakkı Süha Şen ve MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu’yla Çakıcı davası üzerine görüşmeler yaptığı belirlendi.

Özkaya’nın müteahhit Şen’e, Çakıcı davasının sonucu hakkında bilgi verdiğine ilişkin bazı telefon kayıtları gündeme geldi. İddialar üzerine Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu, yargı tarihinde ilk kez bir Yargıtay Başkanı hakkında soruşturma başlattı. Başkan Eraslan Özkaya hakkında disiplin soruşturması ve dava açılmasına yer olmadığına karar verildi. Ancak Özkaya, karardan bir süre sonra emekliliğini istedi.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... AB uyum yasaları olmasa, Yargıtay “töre cinayetlerine” indirim uyguluyordu. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi üçe karşı iki oy ile “vatan hainliği” suçlamasını hakaret saymadı. Üyeler Ülkü Aydın, Şerife Öztürk, Mehmet Uyumaz “vatan haini” suçlamasını sıradan bir eleştiri ifadesi olarak kabul etti.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... 2007 yılı Ekim ayında Bolu Ekspres Gazetesi’nde Işın Erşen’in kaleme aldığı “her şehit için 5 DTP’li öldürülmesini” öneren yazıyı Yargıtay 8. Dairesi “düşünce özgürlüğü kapsamında” değerlendirdi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Sayıları beş yüz ila bin arasında olduğu belirtilen avukatlar dün ne için yürüdüler?

Ergenekon Terör Örgütü ile ilişkisi olduğundan şüphelenilen kimi yargı üyelerinin mahkeme kararı ile dinlenmelerine karşı yürüdüler.

Mesleğinden yana taraf olmak ve hukuksal hassasiyet diye işte ben buna derim... Helal olsun..

Mehmet Altan - 19.11.2009 - Star Gazetesi

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir not

Galatasaray taraftarı Hagi ile büyüdüğü için onun yerine gelen hiçbir futbolcu beğenilmiyor.

Aynı tehlike yakın bir zamanda Fenerbahçe'de boy gösterecek. Alex'in Fenerbahçe'den ayrıldığı gün, Fenerbahçe taraftarı da nice 10 numaralar görecek Saracoğlu'nda...

Fatih Şamlıoğlu - Sporx - 17.11.2009

30 Eylül 2009 Çarşamba

Special Turkish Lesson for our English Colleagues

Before beginning something...............INSALLAH
Just at beginning.....................BISMILLAH
When surprised........................ALLAH ALLAH
Self confidence..............EVELALLAH
Fully motivated........................ALIMALLAH
When gave up.................EYVALLAH
To go to the end......YA ALLAH
Promise...................VALLAH BILLAH
Bored...............FESUPHANALLAH
More bored................HASBINALLAH
Give up.......................ILLALLAH
Great inspiration and motivation..ALLAH, ALLAH, ALLAH
Succeeded...........MASALLAH
At failure.............HAY ALLAH

Ahhahah çok güldüm wallah billah =)

10 Eylül 2009 Perşembe

Güzel Günler


Güzel günlerin başlangıcı şu şekilde olmalıdır; önce gayet normal seyreden bir yaşam, sonrasında duruma çomak sokan etkenler ve akabinde seyri normalden kötüye yönelmiş bir yaşam, sonrasında fetret devri ve en sonunda güzel günler.

Onca kötü dönemlerden sonra birden "güzel günler" deyip geçmek şaşırtıcı gelmiş olabilir. Ama bir düşünün isterseniz, gerçekten de öyle değil mi..? Her güzelliği yaşamadan önce hayata tutunacak dallarımızdan birinin daha kyıp gittiğini düşünmüyor muyuz..? Yoksa ben mi çok acı çekiyorum son günlerde acaba. Hatta acı çektiğim şu günlerin bir an evvel bitmesi için mi böyle bir yazı yazıyorum kendimce..?

Acı çekmek nedir sahiden, üzgün olmanın verdiği dayanılmaz bir yaşam formu mu..? Yoksa pek de hoş olmayan olaylar yaşayan bünyelerin mazur kalacağı bir mecburiyet formu mu..? Mecburiyetler bizim hayatımızı böylesine etkileyebilecek konumdalar mı ki, nerdeler ki, kimler ki..?

Fazla soru sormak, cevaplaması istenen bireyin konsantrasyonunu bozmakla kalmaz, konuya ve konuşmaya dair hevesini de gayet yok edebilir kısa bir süre sonra. Acı ile ilgili bir çırpıda çıkan şu yukarıdaki cümleler, ne kadar da canını sıkıyor insanın, ne kadar da meyilleniyoruz cevap vermemeye, cevaplardan kaçmaya. Halbuki cevaplarını gayet iyi biliyoruz soruların. Ama bilmek yetmiyor işte, korkuyoruz onları açıklamaya, kendi bünyemizi kandırıyoruz, tıpkı vereceğimiz cevaplarla başkalarını da kandırır gibi. Atıyoruz içimize, çıkartamıyoruz onları ordan. Çünkü çıkarsa olmaz, devran dönmez. Ağalık biter, krallık gider. Kendi bünyemize teslim oluruz, ruhumuz bünyemizi eline geçirir. Rezil oluruz belki kimi kendi içlerine saklayasılarca, aslında bilmezler ki bizim kopyamız onlar. Rezilin önde gidenleri. İtiraf mercii elbet onların da vücudunda huzur bulacak. İçlerine attıkları o lanetler elbet dışarı çıkacak. O lanet ki kendi vücutlarını saran bünyenin ruhunu çoktan ele geçirmiş demek değilmidir ki, kendini bir de vücutta bulmak istesin. Ruhun güzelliğini keşfeden bir lanetten daha korkunç ne olabilir ki, şu acizane yaşamda.

O lanetin yok olduğu gün değildir güzel gün, o lanetin ruhunu okşamadığı gündür.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Türk Futbolunun İçler Acısı Hali

Kulüplerin PFDK'dan aldıkları cezalar derlenince ortaya ilginç bir manzara çıktı... Sahaya doktorsuz çıkan takımlardan top toplayıcı çocuğu tartaklayan yetkililere kadar işte Türk futbolunun içler acısı hali...

Profesyonel Disiplin Kurulu, önceki gün yaptığı toplantıda kendi adına bir rekora imza attı. Başkan Reşat Bostan dahil 7 üyeden oluşan kurul tam 54 dosyayı karara bağladı. Toplantıda verilen cezaların miktarından ziyade cezaya sebep olan fiiller dikkat çekiciydi. Yapılan derlemede ortaya çıkan tablo zaman zaman güldürürken, Türk futbolunun içinde bulunduğu hali de ortaya koydu.

- Beşiktaş ile başlayalım... Siyah-beyazlılar yine taraftar olayları ve biletsiz seyirci almaktan 45 bin lira ceza almış ama asıl dikkat çeken Beşiktaş'ın 2.yarıya geç çıkması. PFDK'nın 5 bin lira ceza kestiği bu "dinlenme süresini aşma" fiili belli ki Mustafa Denizli'nin uzayan taktikleri idi ancak skora fayda etmedi, maç berabere bitti.

- Sivasspor'a verilen ceza da ilginç. Yiğido'nun medyaya her fırsatta konuşan teknik direktörü ile futbolcuları, maç sonu yayıncı kuruluşa röportaj vermeyip bir de Bülent Uygun basın toplantısına katılmayınca gitti kulübün 5 bin lirası...

Yandım doktor yetiş!

- Bank Asya 1.Lig ekibi Kocaelispor ise, hem TFF'nin tescil ettiği forma setini giymiyor hem de parasını ödemediği için kulüpten ayrılan doktorun yerine birini bulamayıp sahaya doktorsuz çıktığı için 7 bin 500 lira cezaya mahkum oluyor.

- Kartalspor da içinde bulunduğu maddi krize bakmaksızın kaşınan kulüplerimizden. Gaziantep BŞB maçından sonra soyunma odasına yayın yetkisi olmayan televizyoncuyu alınca PFDK yapıştırıyor 2 bin 500 lira cezayı.

- Ç.Rize'nin kabahati büyük, çünkü cezası 15 bin TL. Kulüp yöneticisi Ali Çemberci akreditasyon kartını başkasına kullandırınca para ve 90 gün hak mahrumiyeti cezası kaçınılmaz olmuş.

- TFF 2.Lig kulüpleri Zeytinburnu ile Tepecik Belediyespor statlarında itfaiyeye gerek görmemiş. Cezası bir şey değil, bin 500'er lira. Tepecik ayrıca İstanbulspor maçında 'nasılsa rakip taraftar yok' diye güvenlik görevlisine de ihtiyaç yok demiş. Bunun için bin 500 lira ceza daha...

- TFF 2.Lig ekibi A.Sebatspor da hemşehrisi Karadenizspor ile oynadığı maçta 'Laz' dayanışmasına güvenmiş olacak ki ne doktor ne güvenlik çağırmış. Bedeli 4 bin 500 lira... Erzurum, Of ve Kars kulüpleri de 'Güvenlik görevlisi getireceğime bin 500 lira öderim' diyenlerden.

Nerede Kroki?

- Foto muhabirlerinin statüye aykırı şekilde saha kenarında yer almasından dolayı ihtar edilen Muğlaspor'a, stat krokisini temsilciye vermediği bir ihtar daha verilmiş.

- Gözden ırak TFF 3.Lig'de Kastamonu-Sürmene maçında ne oldu ise, ev sahibi ekibin masörü M.Can Koç ile Sürmene'nin kaleci antrenörü Sebahattin Çoban belki de aynı top toplayıcıya sportmence olmayan şekilde davranınca 15'er gün hak mahrumiyeti cezası almışlar.

- Maddi sıkıntı içindeki Kocaelispor, A2 takımını Kartal maçı için İstanbul'a gönderemeyince hükmen yenilgi ile 3 puan silme cezası almış. Kocaeli A2 Ligi'ne -3 puanla devam edebilecek.

Futbolumuzun hali içler acısı. Oyuncuların lisans ücretlerini ödeyemeyen kulüpler, maçlara doktor, itfaiye ve güvenlik getirme konusunda da cömert davranamıyorlar. Umarız sezon ilerledikçe kulüplerimiz hatalarını azaltacak çözümler üretirler.

Kaynak: http://www.internetspor.com/turk-futbolunun-icler-acisi-hali-news12803.html

Hakikaten çok komiksiniz siz ya..!

3 Eylül 2009 Perşembe

Dostluk

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın…
“Nereden çıktın bu vakitte”dememeli,
Bir gece yarısı telaşla yataktan fırladığında;
“Gözünün dilini”bilmeli;
Dinlemeli sormadan,söylemeden anlamalı…
Arka bahçede varlığını sezdirmeden,mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi
Köklenmeli hayatında;
Sen,her daim onun orada durduğunu hissetmelisin.
İhtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli.
Kovuklarına saklanabilmelisin.
Kucaklamalı seni güvenli kolları.
Dalları bitkin başına omuz,
Yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı…
En mahrem sırlarını verebilmeli,
En derin yaralarını açıp gösterebilmelisin;
Gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz…
Onca dalkavuk arasında bir tek o,
Sözünü eğip bükmeden söylemeli,
Yanlış anlaşılmayacağını bilmeli.
Alkışlandığında değil sadece,
Asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli.
Övmeli alem içinde,baş başayken sövmeli
Ve sen öyle güvenmelisin ki ona,
Övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin,
“Hak ettim” diyebilmelisin.
Teklifsiz kefili olmalı hatalarının;
Günahlarının yegane şahidi…
Seni senden iyi bilen,sana senden çok çok güvenen bir sırdaş…
Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin.
Ve sen ağladığında,onun gözünden gelmeli yaş…

Can Dündar

2 Eylül 2009 Çarşamba

Hoşgörü

İnsan, hem İncil’de;“Tanrı’nın eliyle ve ona benzer şekilde şekillendirilerek yaratılmıştır ve O’na geri dönecektir. (Romalılara Mektup 8, 19-25)” hem Kitab-ı Mukaddes’te “Ve Allah insanı kendi suretinde yarattı (Kitab-ı Mukaddes, Tekvin Bab 1)” hem de Kur’an da “Biz insanı en güzel surette yarattık” (Tin, Ayet 4) şeklinde ifade edilmiştir.

İşte bu kitapların iç manalarını bize öğretip yaşanır hale getiren tasavvuf, insanın Allah’ın manasının özü olduğunu ve Allah’ın alemleri yaratış sebebinin de kendi özünü aşikar etmek olduğunu açıklar. O halde insan yani Adem, her şeyin sahibinin dünyadaki tecellisidir. Dünyaya gelişinden itibaren her beşer, gerçek insan yani Adem olmak yolunda mücadele verir.Allah’ın her yarattığı insanda isim ve sıfatları, yani hakkı vardır. İnsan kendi özü ile karşılaşma yolunda Allah’ın hakkını Allah’a teslim etme mücadelesini verir. Yani insan denen varlık yaratıcı kudretin özünü taşıma şerefine sahiptir. Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir. (Ahzab, 72) . Ama insan, kendinde taşıdığı bu emanetten haberdar ise insan olur.

Kişinin hoşgörü sahibi olabilmesi için hem kendinde olanın değerini hem de herkesteki tecellinin kıymetini bilmesi lazımdır. Herkeste demek bile eksik kalır; yaratılan her zerrede Allah’ın hakkı vardır. O halde kâmil olan, eserden müessire geçen ve muamelesini ona göre yapan kişidir.

İnsan yaratanla yaratılan arasında bir noktada oturmaktadır. Hz. Mevlâna Divan-ı Kebir de “İnsandır desem, aşktan utanırım; Tanrıdır desem, Tanrı’dan korkarım” diyor.

Eserden sahibine geçmek insanın hiç bitip tükenmeyen arzu ve isteklerinin gerçek hedefine dönmesini sağlar. Yani insan, yok olmaya mahkum olanın değil daima var olacak olanın peşinde koşar. Yaptığı her şeyi Allah için yapar, baktığı her şeyde Allah’ı görür. O zaman kırmak ve kırılmaktan vazgeçer. İşte İslâm tasavvufunun özü budur. Kırmamak ve kırılmamak. Çünkü kişi kıracağı kalbin Allah’ın mekanı olduğunu idrak etmişse kelimelerini ona göre seçer, başkasının kendisine yönelen hareketinin bu başkasından değil de Allah’tan geldiğini idrak ediyorsa “Güzel sevgilim benim için bu kişiyi aracı kullandı ve beni uyardı” der. Vasıtayı görmez, muamelesi Allah’ladır. Bu bakış açısı insanı tolere etmeye karşı silahlandırıp, yani zorlamalı affı değil kendiliğinden kabulü getirir.

Hoşgörü sözlüklerde her şeyi anlayışla karşılamak, olabildiği kadar hoş görme hali şeklinde tarif edilir. İfade gücü bakımından müsamaha ve tolerans kelimelerinden daha ileridir. Çünkü müsamaha ve toleransta görmezlikten gelmek ve katlanmak, tahammül etmek gibi manalar vardır. Hoşgörüde ise bunları aşarak düpedüz hoş görmek, hoşnud olmak, iyi bulmak söz konusudur. Tasavvuf terimleri içinde sabır ve rıza kavramları yer alır. Sabır, katlanmak şikayet etmemek demektir. Rıza ise, seve seve kabullenmek, hoş görmek demektir. Kişi sevdiğinin kendisini azarlaması ile sevdiğine olan saygısını kaybetmez, bilakis onun için Allah’ın biri vasıtası ile ona ulaşması pozitif de negatif de olsa sevgilinin selamı gibidir. Böyle bakınca herkes ve her şey sevgilidir vesselam.

Kays, Leylaya aşıkmış. Leyla beyin kızıymış. Kays da onların yanında çalışan bir işçi. Bir gün bütün işçilere Leyla yemek dağıtıyormuş. Sıra Kays’a gelince kepçenin arkasıyla Kays’ın çanağına hafifçe vurmuş ve yemek vermemiş. Kays bu muameleden mest olarak sarhoş olmuş. Yanındakiler sen deli misin? Seni sevseydi bol bol yemek verirdi. Bu nasıl sevgi? Demişler. Kays onlara şu cevabı vermiş: “Bana da sizin gibi mi davransaydı?”. Gerçek aşık için sevgilisinden gelen sefa da cefa da birdir.

İslâm tasavvufu dinler arasında fark gözetmez. O yüzden kişiyi şu dine veya bu dine mensup diye ayırmaz. Sadece müslümanca yaşayıp yaşamadığına bakar. Nice hıristiyanın, nice musevinin, hatta ateistin adı müslüman olandan daha çok İslâmı yaşadığını görür çünkü Hz. Peygamber “Din nedir ya Resulullah?” sorusuna, “Din güzel ahlaktır.” Cevabını vermiştir.

Güzel ahlâklı olan herkes dindardır ve Muhammedîdir. Çünkü Muhammedî (Hakkel yakin) olabilmek Musevi (ilmel yakin)ve İsevi (aynel yakin)olabilmekten geçer. Musevi ve İsevi olmadan Muhammedî olmak mümkün değildir. Amentü de dendiği gibi Allah’ın kitaplarına, peygamberlerine iman müslümanlığın şartlarındandır.

Mevlâna gibi mutasavvıfların herkesin sevgilisi olması ve Urfi’nin kendine dediği gibi “Ey Urfi, sen o kadar güzelleş ki mecusiler öldüğün zaman seni ateşte yakmak istesinler, müslümanlar ise hayır o bizdendir diye zemzemle yıkamak istesinler” onların dinin en yüksek noktası olan tevhide ulaştıklarını ve her yaratılmışta Allah’ı gördüklerini bize öğretir. Şeb-i Arus günü Mevlana vücudunu toprağa, manasını Allah’a teslim edişini “Düğün gecem” diye nitelendirdiği günde musevilerin, isevilerin, müslümanların hatta ateistlerin birlikte sema edişleri İslâm’ın gerçek tevhid noktasını bize göstermektedir.

Aynı Mevlâna “Ben pergel gibiyim. Bir ayağımla İslâm şeriatında sağlamca durduğum halde diğer ayağımla yetmiş iki milletle beraberim. Bütün milletler kendi sırrını bizden dinlerler” demekle İslâm’ın Rabbül Alemin anlayışının tasavvufta nasıl anlatıldığını bize göstermektedir. İslâm’ın bu kadar derin ve engin manasına erişemeyen ve sadece müslüman olarak doğduğu için adını kullanan kişiler ise bu tevhidi yaşayamayınca bunun intikamını içlerinde yaşadıkları cehennemi dışa taşıyarak insanları yok etmeye kadar giden ahlâk ve din dışı davranışlarını maalesef müslümanlık adına sergilemektedirler. O halde önemli olan dinin adını kullanmak değil manasını yaşamaktır.

Mevlâna tevhidi uygulamaya cesaret edemeyen yani zıtlara hürmet etmeyen kişileri “Küfrün kefinden bile haberin yok iken imanın gerçeklerini nereden anlayacaksın?” diye Divan-ı Kebir de azarlıyor. Ama onun azarlaması hoşgörü sınırları içerisindedir. Hoşgörüsü yanlışı göstermesini engellemez.

Birlik kişinin günah işleyişini tekamül için gerekli sayarken günahın tekrarlanışından korunmayı öneriyor. “De ki , ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım ;Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir” (Zümer, 53) Hadis-i şerif de Peygamber insanın yaratılışında günah işlemeye meyil olabileceğini ve onlara hoşgörülü davranmak zorunda olduğumuzu şöyle beyan etmektedir: “Eğer günah işlemeseydiniz, Allah sizi yok eder yerinize günah işleyip tövbe eden bir topluluk getirirdi”.

Tevhid, her yerde Allah’ı görme kabiliyeti, insanı korku ve pasiflikten kurtaran bir güçtür. Gerçek müslüman korkusuzca yalnız Allah’a hesap vereceği düşüncesi içinde doğru bildiğini yapmaktan çekinmeyen ve risklere atılmaktan korkmayan aktif kişidir. Peygamberin eminliği Allah’tan emin oluşundandır. Hoşgörü tevhidin neticesinde oluşur. Emin olan hoşgörü sahibidir.

Peygamber Efendimiz davet üzerine Taif’e gitmiş ancak Taiflilerce edebsizlik ve ihanete maruz kalmıştır. Çocuklar tarafından da taşlanmışlardır. Onlara beddua etmesini isteyen sahabeye karşılık Hz. Resul: “Onlar bilmiyorlar. Allah’ım onlara yollarını göster ve onların soyundan anlayan ve bilen bir nesil meydana getir” diye dua etmiştir.

Bir gün huzuruna İslâm’ı öğrenmek için gelen bir kabile reisi ile sohbet ederken reis: “Bir dakika, def-i hacet edeyim de öyle devam edin” deyince sahabe kılıçlarına davranmışlar fakat Hz. Resul onlara sakin olmalarını söylemiştir. Reis ihtiyacını peygamberin huzurunda giderdikten sonra tekrar devam etmesini söylemiştir. Hz. Muhammed de kendisine İslâmı anlatmıştır. Böyle bir muameleye maruz kalan reis tüm kabilesi ile birlikte müslüman olmuştur.

Bir gün Hz. Ali sabah namazına yetişmek için evinden çıkmış yolda giderken önünde yaşlı bir yahudinin yürümekte olduğunu görmüş. Acelesi de olduğu halde yaşlı bir kişinin önüne geçmeyi Allah’a saygısızlık ve hürmetsizlik olarak gördüğünden yaşlı yahudinin arkasından yavaş yavaş yürümeye başlamış. Bu esnada mescidde Hz. Peygamber sabah namazının ilk rekatına başlamış ve rükuya gittiği anda Hz. Cibril gelerek omuzlarından bastırmışlar ve kalkmasını engellemişler. Bu hareketin hikmetini peygamber Efendimiz Cebrail’e sordukları zaman: Ali yoldadır, hürmeten yaşlı bir yahudinin arkasında yürümekte ve ona saygı göstermektedir. Bu hürmet Allah’ın çok hoşuna gitti. Namazı kaçırmasını istemediği için sizi bekletiyor” demiştir.

Hz. Mevlâna ise Konya sokaklarında karşısına çıkan fahişeler kendisine selam verdiklerinde O da onlara aynı şekilde mukabele ediyor ve onlara en büyük kadın veli olarak bilinen Rabia’nın adıyla “Rabia, Rabia, sizler ne yiğit kişilersiniz, kahramanlarsınız. Siz olmasanız, azmış nefisleri kim susturur, namusluların namuslarını kim kurtarırdı? Diyor.

Yine bir sema meclisinde sarhoş bir hıristiyan yalpalayarak Mevlâna’ya çarpıyor ve sürekli onu rahatsız ediyor. Çevresindekiler engellemeye kalkışınca “Dokunmayın ona. Şarabı o içmiş, sarhoşluğu sizler yapıyorsunuz”.

Bir gün hamamdan aniden dışarıya fırlıyorlar. “Daha yeni girmiştiniz, neden çıktınız?” dedikleri zaman; “Tellak bana yer açmak için oradan birilerini uzaklaştırmıştı. Bu mahcupluk bizi terletti, dayanamadım, hamamı terkettim” cevabını veriyorlar.

Hoşgörünün sonucu hiçliktir. Hiçlik her şey olmak demektir.

Bir gün bir derviş bir devlet dairesinde oturuyormuş. İçeriye zamanın kaymakamı girmiş. Derviş kaymakamı tanımadığı için halinde ve duruşunda hiçbir değişiklik olmamış. Kaymakam bu ilgisizliğe sinirlenerek,, “Sen beni tanımıyor musun?” demiş. Derviş; “Tanıyamadım efendim” deyince, “Ben kaymakamım” demiş. “Peki sonra?” demiş derviş. “Belki vali, belki başbakan hatta cumhurbaşkanı bile olabilirim.” Demiş. “Peki daha sonra?” demiş derviş. “Eh daha ne olsun, hiç!” demiş kaymakam. “İşte efendim, ben sizin dediğiniz o hiçim” demiş derviş.

Tek Allah’a inanan Firavun, bir gün evladına boş beyaz bir duvar göstermiş. “Evladım bu duvarda ne var?” diye sormuş. Evladı “Hiç” diye cevap vermiş. “Peki bu duvara ne yapabilirsin ?” diye sormuş. “Her şeyi yapabilirim Efendim.” Cevabını almış. “İşte evladım, her şey bu hiçin içindedir”. Demiş firavun.

İnsanın özü insan, doğumu beşer, tekâmülü hoşgörü, sonu aczini idraktir.

Cemalnur Sargut
16 Mart 2007, cemalnur.org

4 Ağustos 2009 Salı

Kürt Çalıştayı İçin Alternatif Gazeteciler!

KÜRT Çalıştayı'na çağrılan gazetecileri CHP yandaş ilan etti, Bahçeli ise "Kötü adamlar" dedi. İşi biraz şakaya vurursak, sanki Türkiye'de başkası yokmuşgibi, Sabah akşam TV'lerde Kürt konusunu anlatan gazetecilerin tercih edilmesi bence de yanlış oldu. Pek çok ünlü gazeteci de görüş açıklayamadı. Gelin, öteki bazı gazeteciler çağrılsa ne derlerdi diye biraz kafa yoralım.
FATİH ALTAYLI: Ben bunları yüz yıldır söylüyorum ama dinleyen kim. Apo'ya da kaç kere söyledim böyle olmaz, şöyle olur diye ama yok kardeşim herifler kafasız. Genelkurmay başkanlarınıın tekmiline birden anlattım bu işin nasıl çözüleceğini ama onların da kafaları basmadı. Siyasetçiler derseniz kapımdan ayrılmazlar fikrimi almak için ama iş uygulamaya geldi mi ara ki bulasın heirfleri. Yani adam olmaz bu herifler. 78457 kere ne zaman adam oluruz diye yazdım bıktım artık. Benim aralarında ne işim var bu adamların kardeşim?
HINCAL ULUÇ: Eskiden olsa, Ecvet Güresin, Bedii Faik, Burhan Felek oturur Kürt meselesini bir günde çözerdi. Nerede eski gazeteciler. Şimdiki gazetecilerden hiçbir şey olmaz. Ha bu arada, Yasemin! Svveetheart'a haber ver, Modern Folk Üçlüsü akşam konsere bekliyor.
'GÜNERİ CIVAOĞLU: Ben öyle her toplantıya her gazeteciyle gitmem. Ekibim var, Reha olacak, Mehmet olacak. Çalıştay listesine baktım, bizim ekipten kimse yok.
Üstelik Paris'te de değil. Allah bilir şarap, ıstakoz da yoktur.
ERTUĞRUL ÖZKÖK: Bu konunun fitilini zaten ben yakmışım. Apo'nun avukatlarını ben yazmasam, kim tartışmaya cesaret ederdi. Üzerime düşeni yaptım yani. Şimdi Ankara'da gidip gustosu, aurosu olmayanlarla konuşamam.
BEKİR COŞKUN: Ben bunların Çankaya'daki 1 numarasına bile "Benim Cumhurbaşkanım değil" diyorum, anlamıyorlar, kalkmış bakan beni çağırmış.
Laikliği yıkmanın odağı oldula', şimdi ülkeyi bölecekler, yandaş arıyorlar.
UĞUR DÜNDAR: Böyle bir toplantı yapacaksan, canlı yayınlayacağın ve oturumun yönetimini de bana vereceksin arkadaş. Yoksa havanda su döversin. Zaten bunlara Ergenekon iddianamesinden gıcığım.
REHA MUHTAR: Her gün yazıyorum, sanki yazan ben değilmişim gibi bir de çalıştaya çağırıyorlar. Alın okuyun. İşim mi yok, gelip bir de size anlatacağım. Zaten iki bebekle uğraşmaktan imanım gevremiş.
DİLEK ÖNDER: Allah Allah, davetiyeyi görünce gözlerime inanamadım. Tam da o gün, asansörde tecavüze uğrayan damacananın ağzını ölçmüştüm, 4.5 cm çıkmıştı. Kürt Çalıştayı'nda aşk mı konuşacaklar bunlar şekerim?
AYŞE ARMAN: Dubai çölünde ciple yanlış yöne giderken telefon çaldı. İçişleri'nden arıyorlarmış, Kürt Çalıştayı'na çağırıyorlarmış. Hamiş, tesettüre girdiğim için bana kızgınlar ya, vallahi kamera şakası sandım.
SERDAR TURGUT: Bizim İsmail'e anlatıp duruyorum, bu Kürt meseleleriyle gazete satmaz diye. Biraz hayat, stil, aşk, mastürbasyon olmalı. Bunu söyleyen ben değilmişim gibi Kürt Çalıştayı çıkarmışlar.
Nevv York'ta olsa gitmem.
AHMET HAKAN: Kendimi Prof. Azmi Hamzaoğlu'nun ellerine teslim etmiş, narkozdan bayılmışken, aram şiar. Telefonu da, o baygın gözlü hemşire açmış, "Ahmet Bey nasıl gelsin, şimdi ameliyatta" demiş.
MUTLU TÖNBEKİCİ: Ayol Bodrum'da laptop'un tamiri için kan ter içinde koştururken telefon çaldı. Ben bizim gazetenin santralı sandım. "Gelemem canım" dedim, zaten bugünlerde manita burnundan soluyor. Onu bırakamam.
EMRE AKÖZ: Durun baba ya, zaten Alevilerle papaz olduk. Başımıza birde Kürtleri çıkarmayın. Hem şimci o toplantıda Talisker filan da vermezsiniz. Ayranı dayarsınız önümüze. Bu sıcakta ayran mayran hiç çekemem.
(Değerli meslektaşlarımın affına sığınıyorum.)

Doğan Satmış, 4 Ağustos 2009, Habertürk

Bahçeli Başbakan'a sataşabilir mi?!

Geçtiğimiz günlerde, PKK zade DTP hatunlarından bir vekil hanım Başbakan’ın “kellesini almaktan” söz ediyordu!.. Esip savurduğu mekan çok ilginçti, Kato Dağı.. Bu dağ başı malum, eşkıya yatağıdır.. Bir de “Koyun kırkma festivali” mekanı.. Bakmayınız adının “Koyun kırkma” olduğuna, isim geleneksel, geçmişten geliyor ama şimdi bu festival PKK militanlarının bir araya gelip devlete kafa tutma, gövde gösterisi yapma yerine çevrilmiş bulunuyor!..
İşte o kadın da orada, eşkıya sürüsünü gaza getiriyordu...
Meseleyi öğrenince aklıma ne geldi dersiniz?!.
Erciyes’de her yıl yapılan geleneksel “Zafer Kurultayları” artık yapılmıyor biliyorsunuz... Bay Bahçeli öyle uygun gördüğü için!..
Kato Dağı’nda Eşkıya dört bir yana nara salarken, Erciyes sus pus!.. Bay Bahçeli, “Bizi sokağa çekemezler” modunda tutarlı siyasetçi ya!..
Gene geçtiğimiz günlerde seyrettiğimiz tv manzaralarından aktaralım...
PKK ve Apo yoluna paspas parti bakıyorsunuz memleketin dört bir tarafında pıtırak gibi... DTP Çanakkale ve Edirne’de kongre yapıyor, partinin adamları bu kongrelerde mesajlarını veriyorlar...
Beri tarafta öğreniyoruz ki; Bay Bahçeli Diyarbakır’da partiyi kapatmış!.. (Iğdır’daki vaziyeti hiç hatırlatmayayım!)


Sen ne yaptın?
Ama muhterem “sağa çektiğini, sol şeridi boşaltıp yol verdiğini” bile fark etmiyorcasına sallıyor!.. Kime?.. Başbakan Erdoğan’a...
İyi de beyim zatınız ne işle iştigal içindesiniz?!.
“Bizi sokağa dökemezler..!”
Afferim; oturun evde kısmetinizi bekleyin..!Nasıl olsa günün birinde bir beyaz atlı, Ecevit ve de atın terkisinde Mesut gelirler sizi de ihya ederler, kısmetiniz hayır olsun!..
Memleketin yangın yeri haline tepeden bakacaksın, ne iş yaptığın meçhul (Pardon, başkanlığı kurtarma gayreti var) arada bir elinde kağıt, surat bir karış, kaş çatık elini kolunu sallaya sallaya bağırıp çağıracaksın!.. Bir parti içi muhaliflere göz dağı, iki Başbakan Erdoğan’a salvo!.. İşlem tamam.. Surat felaket, zaten imaj “sinirli adamlar partisi, ilişmeyelim!”; kaşlar çatık olunca söylediklerini de ahali “memleketin hayrına öfke!” diye yorumlayacak amaç hasıl olacak!..
Ama şöyle bir durum var...
PKK çetesi, başındaki Apo, tüm düşman efradı, kendilerine öncelikli hedef olarak Tayyip Erdoğan’ı gösteriyorlar... Zatınız hiç de öyle “tehlike” sayılmıyorsunuz onlar için!..
Bu ne iş!?


Sicil ne der?!
Tayip Erdoğan’ın sicilinde “Gel bakalım Hasip..” muhabbeti var mı?!.
Ya da, “Sincan Uygur Bölgesi”nde hem de katliam günlerinde, DTP’li ile karşılıklı göbek atıp gerdan kıran Ak Partili var mı peki?!.
Eşkıyabaşının urgan konusu artık ucuz hatırlatma olabilir diye burada bahsetmeyeceğim bile...
Bu mesele ile ilgili herkes konuşuyor da, MHP’nin tepesindeki Bahçeli’nin söylediklerine, samimi olduğuna bendeniz asla neden inanmıyorum!!?
Kendileri “MHP’nin bu ihanet senaryolarında rol alması hiçbir şart altında düşünülemeyecektir” demiş bulunuyorlar.. 2000 li yılları hatırlıyorum.. İktidarın AB ile al takke ver külah meselelerinin başladığı dönemleri.. Şu telekom, enerji hatları meseleleri... Ecevit’in arkasında uslu uslu sigaraya takılmalar, Derviş’e teslim olmalar..!
Senaryoların zamanımıza uzayan parçaları yok mu?!
Çankaya’yı kim seçti?!.
Biraz sandıktan da söz edelim... Bahçeli Bey sandıktan nasıl zuhur ediyor, hangi beceri ile?!..
Millet partisine neden oy veriyor, biliyor mu?!.
Hangi müthiş çözüm planı, hangi programı oy topluyor..?
Partinin geleneksel misyonu...
Ülke üzerinde dolaşan kara bulutlar, bölücü saldırı, daha açık deyimle PKK olmasa kim oy verir oraya, kim?!
Şimdi burada soruyorum, neredeyse iki yıldır memleket “Ergenekon” diye hop oturup kalkıyor..! Bu beyefendi nerede?.. Bırakın dava içerisindekilerle ilgili fikir beyan etmesini... Ergenekon isminin korunması için insan tek bir kelime etmez mi?!
Arada bir çıkacaksın Başbakan’a çakacaksın..
Ne o ?.. Beyimiz memleketi koruma kollama görevi yapıyor!..
PKK yakında Erciyes’de şenlik yapar; siz de gider şeref konuğu olursunuz artık!!.

Behiç Kılıç, 4 Ağustos 2009, Yeniçağ

Not: Bu adamın ilk defa bir yazısını yayınlıyorum, takdire şayan sanki.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

guftekar.com


Aslında guftekarla ilgili söylenecek o kadar çok şey var ki; nereden başlasam bilemiyorum sanırım. Bildiğim yegane gerçek, inşallah bir gün mutlaka guftekar.com un başına döneceğim ve onu tekrar bir numara yapacağım.

Günde 20 kişi girdiğinde nasıl sevindiğimi hatırlıyorum. Şarkı listelerinde "Bring Me To Life" fırtınası estiği zamanı nasl unutabilirim ki. Ya da ona rakip olabilecek şampuan reklamından icat "Dale Don Dale" isimli müthiş şarkıyı.

Ya foruma ne demeli? 12.000 üyeye sahip olmak ayrı bir olaydır, forumun güncel tutulabilmesi ayrı bir olay. Sürekli online olan insanlar ve sürekli güncellenen, tartışılan konular. Forumu sahiplenen arkadaşların da hakkını yememek lazım. Orda ki kavgalarımızın başlıca sebebi olsalar da. Lise çağıdaki genç arkadaşlarımızla sidik yarışına girmek kolay bir olgu değil tabiki. Forumda da editörlerimizin yaptığı tam olarak buydu.

Çalınan şarkı sözü çevirilerimiz için giriştiğimiz mücadeleler, bilmemkaç sayılı kanuna uygun olmadığı için şarkı sözlerinin yayınlanamasına karşı çıkanlar ve bu yüzden avukatlarla görüşmemiz, forumdaki açıklar vs.. Uğraşacak çok şeyimiz vardı ve biz uğraştık. Keyif aldık, eğlendik. Hatta zaman zaman para bile aldık. Ama bitti.

Zirvede bitti. Bir daha da doğrulamadı yıllardır. Güncel olmayan bir şekilde yaklaşık 3 senedir hizmet alınabilmekte olup, çalışmayan linklere, olmayan bir foruma sahip olup, bütün bunlara rağmen google da hala en başarılı şarkı sözü siteleri arasında. Sadece artık 1 numara değil.

Geri dönecek mi, yoksa wimbledon hikayeme mi dönecek kestiremiyorum şu anda. Ama bu konuda sanırım meseleyi çözecek olan, tekstilpasaji.com.

Herşey guftekar için.. =)

30 Temmuz 2009 Perşembe

Futbol Üzerine..

Bir zamanlar futbolu sporun bir dalı olarak değil de, spor olarak bilirdim. Ta ki hayatıma Martina Hingis girene kadar. O hayatıma girdikten sonra anladım ki, futbol sporun sadece bir dalıymış. Da biz biraz daha eskilere dönelim.

Kastamonusporun o güzelim çimlere sahip stadında oynadım yıllarca, yıldız olarak, b genç olarak ve en önemlisi çocuk olarak. Efsaneye göre Türkiye'nin en iyi çimlerine sahip üçüncü stadıydı Gazi Stadı.



O güzelim stadın çimlerinde yıllarca top koşturdum, "bir çocuk ne kadar koşturabilir ki"nin hesabını sizlere bırakıyorum. O yaz sıcaklarında saatler süren antremanlarımız olur, akabinde de stadın hemen yanında bulunan oldukça meşhur yüzme havuzlarında yüzmeye giderdim. Rüya gibiydi. O sıcakta kavrul, sonra havuza atla. Bir çocuk daha ne ister ki. Top ve sudan değerli başka bir şey war mı o zaman hayatta..?

Akşam eve geldiğimde üst komşumla oynadığım oyunlar, maçlar, takımlar, goller ve tabiiki "Emlyn Hugges Soccer". Bir Commodore 64 efsanesi. Hayatım futboldu. Ama hayatım Galatasaray değildi.

Derken lise hayatı girdi devreye, lise 2 hayatı, dersane hayatı. Seçim yapmak zorunluluğu çıktı karşıma. Ya dersane, ya futbol. Anadolu lisesinde okuyan ben, mahalle baskısı yarattım kendi çapımda. Kimseye sormadım bile ne yapmalıyım diye. Dersaneyi seçme zorunda hissettim, lafını bile açamadım futbolun. Ve seçtim. Kendi kendime, kendi dünyamdan atladım. Ne olacaktı peki..? Belki de şu anda Arda'nın, ya da Ronaldo'nun yerinde ben mi olacaktım..?

Bunu kim bilebilir ki, bu yüzden, tabiiki "Evet!!".

Üniversite hayatı, futbolun benim üzerimde ne denli etkisi olduğunu çok belli ediyordu. Halı saha maçlarından tutun da, championship manager muhabbetlerine kadar, bitmiyordu bir türlü. Bitmesini isteyen de yoktu ki zaten. Ama anlamaya başladığım birşey wardı. Ben bir futbol tutkunuydum galiba. Bu basit bir futbol sevgisi değildi. Ya da hiçbir zaman gerçek bir fanatik olmadım. Ama Özhan Canaydın kadar fair playci de olmadım ben.

Günümüze gelmek istiyorum. Vazgeçemediğim sevda diye tanımlıyorum futbolu. Ve gerçekten olmak istediğim yerdeyim. Futbolun tam göbeğindeyim. Ve bu takımımı tutmaktaki, onu savunmaktaki becerimden dolayı değil.

Hiçbir büyük turnuvanın olmadığı tek yıllardan nefret ettiğim için,
Türkiye değil, diğer bütün ligleri televizyon karşısında rahatça izleyebildiğim için,
Baggio gibi, Zidane gibi, Ronaldinho gibi yıldızları izleme imkanı bulabildiğim için,
Hala gece 12-1 halı saha maçı olsa bile koşa koşa gittiğim için,
Galatasaraylı olduğum için değil, tutabildiğim, sövebildiğim, övebildiğim bir takımım olduğu için,
Futbolu spor dalı olduğu için değil, bir tutku olduğunu bildiğim için seviyorum.

29 Temmuz 2009 Çarşamba

Kurtlar Vadisi Pasaj

Siz hiç "cinayet azmettiricisi" damgası yemiş bir insanla konuştunuz mu..? Ben bugün bunu yaşadım evet, o adamla konuştum.. Hem de onun kim olduğunu bilmeden, ki belki de bu yüzden bu kadar rahattım, kifayetsiz ve hatta reste açıktım.. Cezasını çekip çekmediğini tam olarak bilemiyorum, sonuçta cezasını çektiyse benim gözümde suçsuz bir insandan farkı kalmayacaktır.. Fakat çekmemiş olma ihtimalinin de varolabileceği ortam burası, güzel ülkemiz.. İş yapmaya karar verdim bugün o adamla, gayet kibardı, pek dolandırabilitesi yüksek bir adama benzemiyordu.. Belki de ben çok dolandırılabilitesi yüksek bir insanım..!

Bugünden başlayarak, önümüzdeki hafta benim için enteresan bir hafta olacak.. Dualara ihtiyacım olacak, dürüstlüğü daha önce hiç bu kadar aramadığım bir hafta olacak.. Beni bekleyen daha sonraki hafta ise, ya mutlu mesut bir tatil olarak, ya da zehir zıkkım bir borç olarak geri dönecek..

Bugün bir daha anladım ki, ekmek hakikaten aslanın ağzında.. Onu ordan almak için de, yürek gerekiyor.

tekstilpasaji.com



Sonunda açıldı. Hadi bakalım hayırlısı.