2 Şubat 2010 Salı

Renk körlüğü! - Fatih Şamlıoğlu

Futbolda taraf ya da holigan olmak! Taraf olmak ve holigan olmak ayrı ayrı kavramlar aslında.

Emirates ya da White Hart Lane'de tiyatro gibi maç izleyenlerin bir kısmı taraftar, Old Trafford'da Craig Bellamy'ye bira şişesi atanlar ise holigandır.

Futbolun tüketicilerinin taraf ya da holigan olup olmadığını birbirinden ayırmamız, ilk bakışta bu kadar basit bir çözümlemedir. Holiganizme teşvik eden kalemlerin durumları ise biraz daha farklıdır.

O kalemlerin sahip olduğu 'makamlar', taraf olmaktan çıkıp; körü körüne savunmaya, eleştirmeye, destek olmaya da sürekli kendi pencerelerinden bakmaya zorlar insanı.

Mesela bir gazetenin tarihsel gelişimi ve hedef kitlesi kadar başındaki kişinin rengi de sütunların şeklini, içeriğini ya da haber görselini derinden etkiler. Sadece gazetenin genel yayın yönetmeni ile de sınırlı değildir bu durum... Kurum içerisindeki en alt birime yön veren sözcüklerin sahipleri bile, haberi görmezden gelme, önem verme, farklı yaklaşım gibi temel öğeler üzerinde etkilidir.

Bu döngü, o sığ sutünda 'çizgili kelimelerin' esiri olan kalemleri de derinden etkiler. Yazamazlar, asıl dertlerini anlatamazlar, kıvranırlar, tebrik edemezler, eleştiremezler, düşündüklerini sınırlamak zorunda kalırlar. İşte basındaki holiganizm de budur.

Bir gazetenin spor servisinin başında farklı bir renk olabilir. Çalışanlarının tamamı da zıt kutuplar da ya da paralel kenarlarda buluşmuş olabilir. Bu durum çok daha ağır bir sorumluluk yükler aslında o makama. Daha titiz olmak gerekir, daha disiplin ve daha hassas.

Ercan Saatçi travmasını yeni atlatan 'bir kesim' olarak, Hürriyet Gazetesi ve özellikle internet sitesini daha bir inceler, yazılanları daha bir özenle okur, tahrikleri daha bir anlar, özümser olduk. Hürriyet Gazetesi ya da internet sitesinde haberlerin değer fizibilitesi ya iyi yapılamıyor ya da yapılmak istenmiyor.

Şayet o gün Jo ya da Dos Santos Galatasaray'a geldiyse o spor sayfası için günün en önemli haberidir. O haberin üstüne, Fenerbahçe bir transfer yaptıysa odur sayfanın üzerine çıkacak olan... Ya da Galatasaray Basketbol Takımı'nın cezası indirildiği zaman haberi "Rezalet" diye veremezsiniz. Siz haberi verirsiniz, kararı değerlendirmesi tüketiciye düşer... Üretenin, hassas konularda tüketici olmaya hakkı yoktur. 'Bu kadar basit aslında, bu işin bilen herkesin bildiği.'

Sayfa bireyselleştiği anda tehlike de başlıyor demektir. İşte bu bireyselleşme, Haldun Üstünel ile Hakan Bilal Kutlualp'i birbirine kırdırmaya, karşılaştırmaya kadar götürür insanı. Kendini unutturur insana; Keita, Jo, Dos Santos, Kewell ve Elano'yu sorgulattırır, Ortega'yı Anelka'yı anlattırır insana... Dos Santos ve Jo'nun opsiyonu sorgulattırır; Vederson, Cristian'ın kim olduğunu unutturur. Lucas Neill'in İngiltere'nin sıradan kulüplerinde forma giydiğini söylettirir insana, Bilica'nın Sivasspor'dan geldiğini unutturur.

Renklerin sorgusuz bireyselleşmesi "Galatasaray çok para harcadı" dedirtir insana, Güiza'yı saklatır akılda. "Arada sırada oynayan Kewell" dedirtir insana, adını yazamadığımız Maldonado'nun ne zaman alındığı şaşırtır. 'Gülen resmin aksine ağlatır', acınası bir çıkmaza sürükler insanı...

Bu bireyselleşmenin yanı sıra Fenerbahçe'nin adı bahis skandalına karıştığı zaman "Reklamın iyisini kötüsü olmaz" mantığı ile hareket eden ve "Ne güzel işte Fenerbahçe'nin adı duyuldu" diyen 'holiganlar' Galatasaray'ın Ada'dan arka arkaya üç transfer yaptığı zamanki yarattığı havayı görmezden gelmek için, opsiyon delisi olurlar.

Galatasaray'ı anlatmak ya da takdir etmek zorunda değildir farklı renkler... Saygı ve anlayışla karşılanabilecek bir durum olmasının yanı sıra karşıt görüşlü biri olarak ben ilk önce kendi kulübümde yaşananları merak ederim. Önce 'sorulamayan' soruları kendi camiam için sorarım. Kazım'ı sorarım, Önder'in kadro dışı bırakılıp affedilmesini araştırır, neden transfer yapılamadığını sorgularım. 'Marka' diye transfer edilen -ki markadır- Roberto Carlos'un takımdan ayrıldıktan sonra yaptığı açıklamaları düşünür, "acaba neden" sorusunu sorarım kendime... Semih ile kulüp arasında yaşananları irdelerim; tarafların birbirlerine olan yaklaşımlarını sorgularım...

Önce kendimden başlarım sorgulamaya, eleştirmeye ya da sorulmayanları sormaya, yazılmayanları yazmaya... Aklımdakilerin cevaplarını bulurum, ondan sonra farklı bir arayışa girer, Galatasaray'ın transfer politikasını eleştirir ve 'sorulamayanları' sorarım. Ama en son...

Taraf olmaya varım, farklı renkleri alkışlamaya, takdir etmeye, Alex'i ilah ilan etmeye ve Beşiktaş'ın siyah-beyaz taraftarını görünce duygulanmaya... Ama holigan değilim, en önemlisi düşüncelerim kör değil ve bir avuç sığ beyin tarafından da alkışlanma gereksinimim yok!

02.02.2010 -Sporx.com

2 Ocak 2010 Cumartesi

Hiç bu kadarını... bekliyorduk - Ahmet Altan

Valla sizi bilmem ama Recep İvedik’li, “şaşkın pelivanlı” Turkcell reklamları bizim yazıişlerini çok eğlendiriyor.

O reklamlar haber kanallarında çıkınca durup izliyoruz.

Her seferinde de gülüyoruz.

Son favorimiz, ayağında beyaz çorapları ve terlikleri, üstünde mavi eşofmanı, boynunda madalyalarıyla bir dükkâna giren “pehlivanın”, gördüklerini övmek için “hiç bu kadarını” dedikten sonra durup “bekliyordum” diye eklemesi.

Bu laf yaşadıklarımıza çok uyuyor.

Birçok olayda, “hiç bu kadarını” deyip bir düşündükten sonra lafı “bekliyorduk” diye bitiriyoruz.

Dün, Seferberlik Tetkik Kurulu’nun “kozmik odalarında” araştırma yapan yargıcın, “birileri beni izliyor” diye polise haber verip, izleyenlerin plakasını bildirmesinden sonra o plakalı araçlardan askerlerin çıkması da aynı cümleyle karşılandı yazıişlerinde.

“Hiç bu kadarını... bekliyorduk.”

Hatta bu lafı manşet yapmayı önerenler de oldu.

Reklam çok yeni, bu lafın henüz günlük dile yerleşmediğini, okuyucunun ne dediğimizi tam anlayamayacağını düşünüp vazgeçtik.

Koskoca bir ordudan bahsediyoruz.

Ama işler gerçekten artık “ciddiyet” noktasının çok ötesine geçti.

Sanki küçük bir Latin Amerika ülkesinde geçen bir darbe parodisini izliyoruz.

Başbakan Yardımcısı’nın evini gözetlerken yakalanan albay, cebinden çıkan adresi yutmaya çalışırken durduruluyor.

“Hiç bu kadarını... bekliyorduk.”

“Boru” diyorlar LAW silahı çıkıyor, “bizim değil” diyorlar onların çıkıyor, “kâğıt parçası” diyorlar belge çıkıyor.

Yargıcın “beni takip ediyorlar” diye bildirdiği araçlardan askerler çıkıyor.

Askerlerin yargıcı izlemesine mi şaşacağız, izlerken bir yargıç tarafından yakalanacak kadar acemi olmalarına mı şaşacağız, bir türlü karar veremiyoruz.

“Hiç bu kadarını bekliyorduk yani.”

Genelkurmay, “bizde JİTEM yoktur” dedi, dün de Jandarma Komutanlığı bir açıklama yapıp aynı lafı tekrarladı.

“Bizde JİTEM yok.”

JİTEM’in olduğunu gösteren belgeleri herkes gibi biz de daha önce yayımlamıştık.

Bugün JİTEM’in varlığını doğrulayan yeni belgeleri de yayımlıyoruz.

Kendi kurdukları, resmî belgelerde adından açıkça bahsettikleri bir kuruluşun varlığını reddediyorlar.

“Hiç bu kadarını bekliyorduk.”

Böyle ısrarla reddettiklerine göre yaptıklarının “iyi bir şey” olmadığını kendileri de biliyorlar.

“Öyleyse niye yapıyorsun çocuğum? Varlığını bile kabul edemeyeceğin bir örgütü niye kuruyorsun?”

Bir yanından kanlı darbe planları, bir yanından gülünç acemilikler, bir yanından yalan olduğu daha söylendiği anda anlaşılan yalanlar fışkırıyor.

Ben çocukken çok tekrarlanan bir söz vardı.

“Başka ülkelerde işler ciddidir ama vahim değildir, bizde işler vahimdir ama ciddi değildir.”

Çocukluğumda söylenen laf ihtiyarlığımda da geçerli.

Böylesine gayrı ciddi bir vahamete doğrusu ya az rastlanır.

Her sabah toplantıda aynı şeyi söylüyorum, “asker haberi istemiyorum.”

Ama sağanağa tutulmuş gibiyiz.

Başbakan Yardımcısı’nı izlerken yakalanan askerleri soruşturan yargıcı izlerken yakalanan askerler.

Böyle bir haberi görmemek için hakikaten “büyük” bir gazete olmak gerekir ki Allah öyle bir büyüklükten korusun insanı.

Dünyanın her yanında ciddi sarsıntılara neden olabilecek haberleri artık biz güle güle yazıyoruz.

Gülmemek elde değil.

Her seferinde yakalanıyorlar.

Eskiden medya böyle şeyler yazmadığı için askerlerin yaptıkları belli olmuyordu ama şimdi Türkiye de, medya da değişti, o yüzden her acemilik ortaya çıkıyor.

Bu ordu o dört darbeyi nasıl yaptı?

Doğru dürüst tek bir gazete olsaymış bu ülkede tek bir darbe bile gerçekleşmezmiş.

Hepsi, ellerinde lokum kutusu gibi taşıdıkları darbe planlarıyla yakalanırlarmış.

Bunlar becerikli olduklarından değil, onları yakalayacak kimse olmadığından yakalanmamışlar.

Şimdi de yargıcı izlerken yakalandılar.

Yeni bir yılın ilk gününde artık bu kadar sınır tanımazlığı ciddi ciddi eleştirmek de mümkün ama gözümün önüne hep Genelkurmay Başkanlığı’na giren “şaşkın pehlivan” geliyor bugün.

Yaptıklarına gülüveriyorum.

Darbe planlarına, yalanlara, sürekli yakalanan ajanlara bakıyor ve diyor ki:

“Hiç bu kadarını... bekliyordum.”

Ahmet Altan - 02.01.2010 - Taraf

Utanmaz mısınız? - Mehmet Altan

Dün yeni yılın ilk günüydü... Sabah kalkıp, gazete manşetlerine göz atınca, aklıma çok sevdiğim bir "Temel Fıkrası" geldi. Temel kompartımanın kapısını açıp, içeri bakınca...

Bir İngiliz, bir Fransız ve bir Alman’ın oturduğunu görmüş...

-“Ulan gene mi siz”, diyerek kapıyı kapatmış...

***

Seferberlik Tetkik Kurulu’nda arama yapan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi Hâkimi Kadir Kayan’ı takip ettiği belirtilen Kangoo model iki araca Terörle Mücadele Ekipleri operasyon düzenlemiş... Durdurulan araçlardan 4. Kolordu Komutanlığı ile Deniz Kuvvetleri’nde görevli sivil giyimli yedi asker çıkmış... Askerler, Ankara Merkez Komutanlığı’na götürülmüş...

Haberin yanı başında ise Genelkurmay Başkanı’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarına yayınladığı yeni yıl mesajı vardı:

“Türk Silahlı Kuvvetleri olarak Ebedi Başkomutanımız Atatürk’ün engin düşüncelerinin rehberliğinde yürüttüğümüz tüm faaliyetlerimizle, güçlü bir Türkiye idealine ulaşmanın gayreti içindeyiz. Vatanın gayretli kimselerin omuzları üzerinde yükseleceğine inanarak çalışan nitelikli personelimizle, enerjimizi başka alanlarda tüketmeden, emin adımlarla bu hedefe doğru ilerlemeye devam ediyoruz.”

***

Daha yeni yıla “Bismillah” demeden, dünkü gazetelerde askerlerle ilgili bir diğer haber, Genelkurmay Başkanlığı’nın ardından Jandarma Genel Komutanlığı’nın da Diyarbakır 3. Ağır Ceza Mahkemesi’ne kuruluş ve kadrolarında “JİTEM” adı altında bir birimin bulunmadığını bildirmesiydi...

3. Ağır Ceza Mahkemesi, Diyarbakır, Mardin, Batman ve Şırnak’ta çeşitli tarihlerde birden fazla adam öldürme, kundaklama ve bombalama eylemi gerçekleştirdikleri iddiasıyla yargılanan ve aralarında PKK itirafçılarının da bulunduğu 11 sanıklı davaya bakıyordu...

Jandarma Genel Komutanlığı’nın mahkemeye gönderdiği yazıdaki şu cümle dikkatimi çekti:

“JİTEM isminin bir süre daha bölgede bazı vatandaşlarla bir kısım devlet görevlileri tarafından kullanılmasının, tamamen bilgisizlikten veya jandarma ile ilgili olmayan kötü niyetli bir kısım çevrelerin yaklaşımından kaynaklandığı değerlendirilmektedir.”

Dönemin OHAL Asayiş Bölge Komutanı emekli Orgeneral Necati Özgen’in NTV’deki Canlı Gaste programında “JİTEM denilen insanlar da subay” dediğini hep birlikte gözlerimizle görüp, kulaklarımızla işitmedik mi?

***

Tabii amaç, “yargılananları” kurtarmak... Yoksa bu kadar göz göre göre komik bir hale düşe düşe üfürülür mü?

Diyarbakır’daki 11 sanıklı davaya bakan mahkeme, bu cevap üzerine görevsizlik kararı vererek dosyayı özel yetkili ağır ceza mahkemesine gönderdi, sizinle iddiaya girerim, bu dava da aynı Şemdinli gibi olacaktır...

***

Bunları yazıp çizen, “hukuka saygı, tutarlılık, açıklık, saydamlık” isteyene...

Ne yapıyorlar?

Mehmet Baransu’ya yaptıklarını...

Genelkurmay Adli Müşavirliği, Adalet Bakanlığı’na “yeterli, etkili ve caydırıcı işlem yapılması”nı isteyen bir yazı gönderiyor, Adalet Bakanlığı yazıyı oradaki bir genel müdür yardımcısı marifetiyle ilgili savcılığa iletiyor, oradaki “kahraman” bir savcı da “basın suçu” için eşi menendi görülmemiş olsa da, Genelkurmay’ın işaret ettiği sanık için derhal “tutuklama” istiyor...

***

Gördüğünüz gibi, “Temel Fıkrası” insanın aklına boş yere gelmiyor.

Askeriyenin, AB “tam üyeliğine” yönelik çok samimi bir reform süreci olmadan kendiliğinden “demokratik” bir zihniyete kavuşacağını sanan çok yanılır...

Keşke tersi olsaydı da bunca skandaldan sonra, hiç olmazsa yeni yıla askeriyenin komedi dizisine dönen “pişkin beceriksizliğiyle” başlamasaydık...

Askerler, Türkiye’yi yönetme konusunda inat etmekten vazgeçip, kendi işlerini yeryüzü standartlarda yapmaya karar verseler de, biz de Türkiye’nin temel sorunlarına dönebilsek...

Ne güzel olurdu ama bunun faydası anlaşılmış olsaydı İttihat Terakki Osmanlı’yı batıramazdı...

Batırmadan anlamıyorlar... Gerçi batırsalar da anlamıyorlar ya...

Mehmet Altan - 02.01.2010 - Star

19 Kasım 2009 Perşembe

Avukatlar ne zaman yürür? - Mehmet Altan

Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan “Askeri Danıştay” bizde var. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Bizdeki gibi bir “Askeri Yargıtay” dünyada hiçbir yerde yok.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Birçok ülkede askeri mahkeme yok, olanlar da bizdekiler gibi değil.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Yürürlükte olan anayasa askeri darbe ürünü.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Yürürlükteki 600 yasa, onca mevzuat da 12 Eylül Rejimi’nin mirası. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

28 Şubat’ta cuntacılar yüksek yargıya Genelkurmay’da brifing verdi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

27 Nisan e-muhtırası bir anayasa ihlaliydi.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Şemdinli Savcısı “iddianame” yazdığı için meslekten men edildi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Van Ağır Ceza Mahkemesi’nin Şemdinli sanıklarına verdiği 39 yıl 4 aylık ceza, dosya Yargıtay üzerinden askeri mahkemeye intikal ettiriliyor ve askeri mahkeme sanıkları ilk celsede tahliye ediyor. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Şemdinli savcısını görevden attırdığını ve 27 Nisan e-muhtırasını bizzat kaleme aldığını söyleyen bir önceki Genelkurmay Başkanı için hiçbir savcı harekete geçmedi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

Askeri Ceza Kanunu’nun 148. maddesi “askerlerin siyasi demeç” vermesini yasaklıyor ama bu madde sabah akşam ihlal ediliyor.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Faili meçhul cinayet sanığı JİTEM’ci Gültekin Sütçü’yü sivil mahkeme tutukluyor, bir şekilde askeri mahkemeye nakil sağlandığında sanık serbest kalıyor ve serbest kalınca da firar ediyor. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Türk yargısı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından en çok mahkûm edilen yargı.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... Bir mahkeme kararı, hâkimler değişince taban tabana zıt kararlar verebiliyor. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Yargıtay başkanlarından Eraslan Özkaya’nın adı kamuoyunda Alaattin Çakıcı-MİT ve Yargıtay üçgeninde tartışılan davaya karıştı. Çakıcı’nın yurtdışına kaçışıyla ilgili olarak İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma sırasında Yargıtay Başkanı Özkaya’nın, Milas’taki kooperatif evinin inşaatını yapan müteahhit Hakkı Süha Şen ve MİT görevlisi Kaşif Kozinoğlu’yla Çakıcı davası üzerine görüşmeler yaptığı belirlendi.

Özkaya’nın müteahhit Şen’e, Çakıcı davasının sonucu hakkında bilgi verdiğine ilişkin bazı telefon kayıtları gündeme geldi. İddialar üzerine Yargıtay Birinci Başkanlar Kurulu, yargı tarihinde ilk kez bir Yargıtay Başkanı hakkında soruşturma başlattı. Başkan Eraslan Özkaya hakkında disiplin soruşturması ve dava açılmasına yer olmadığına karar verildi. Ancak Özkaya, karardan bir süre sonra emekliliğini istedi.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... AB uyum yasaları olmasa, Yargıtay “töre cinayetlerine” indirim uyguluyordu. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi üçe karşı iki oy ile “vatan hainliği” suçlamasını hakaret saymadı. Üyeler Ülkü Aydın, Şerife Öztürk, Mehmet Uyumaz “vatan haini” suçlamasını sıradan bir eleştiri ifadesi olarak kabul etti.

İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor... 2007 yılı Ekim ayında Bolu Ekspres Gazetesi’nde Işın Erşen’in kaleme aldığı “her şehit için 5 DTP’li öldürülmesini” öneren yazıyı Yargıtay 8. Dairesi “düşünce özgürlüğü kapsamında” değerlendirdi. İstanbul Barosu ve 46 ilin baro temsilcisi bunun için yürümüyor...

***

Sayıları beş yüz ila bin arasında olduğu belirtilen avukatlar dün ne için yürüdüler?

Ergenekon Terör Örgütü ile ilişkisi olduğundan şüphelenilen kimi yargı üyelerinin mahkeme kararı ile dinlenmelerine karşı yürüdüler.

Mesleğinden yana taraf olmak ve hukuksal hassasiyet diye işte ben buna derim... Helal olsun..

Mehmet Altan - 19.11.2009 - Star Gazetesi

18 Kasım 2009 Çarşamba

Bir not

Galatasaray taraftarı Hagi ile büyüdüğü için onun yerine gelen hiçbir futbolcu beğenilmiyor.

Aynı tehlike yakın bir zamanda Fenerbahçe'de boy gösterecek. Alex'in Fenerbahçe'den ayrıldığı gün, Fenerbahçe taraftarı da nice 10 numaralar görecek Saracoğlu'nda...

Fatih Şamlıoğlu - Sporx - 17.11.2009

30 Eylül 2009 Çarşamba

Special Turkish Lesson for our English Colleagues

Before beginning something...............INSALLAH
Just at beginning.....................BISMILLAH
When surprised........................ALLAH ALLAH
Self confidence..............EVELALLAH
Fully motivated........................ALIMALLAH
When gave up.................EYVALLAH
To go to the end......YA ALLAH
Promise...................VALLAH BILLAH
Bored...............FESUPHANALLAH
More bored................HASBINALLAH
Give up.......................ILLALLAH
Great inspiration and motivation..ALLAH, ALLAH, ALLAH
Succeeded...........MASALLAH
At failure.............HAY ALLAH

Ahhahah çok güldüm wallah billah =)

10 Eylül 2009 Perşembe

Güzel Günler


Güzel günlerin başlangıcı şu şekilde olmalıdır; önce gayet normal seyreden bir yaşam, sonrasında duruma çomak sokan etkenler ve akabinde seyri normalden kötüye yönelmiş bir yaşam, sonrasında fetret devri ve en sonunda güzel günler.

Onca kötü dönemlerden sonra birden "güzel günler" deyip geçmek şaşırtıcı gelmiş olabilir. Ama bir düşünün isterseniz, gerçekten de öyle değil mi..? Her güzelliği yaşamadan önce hayata tutunacak dallarımızdan birinin daha kyıp gittiğini düşünmüyor muyuz..? Yoksa ben mi çok acı çekiyorum son günlerde acaba. Hatta acı çektiğim şu günlerin bir an evvel bitmesi için mi böyle bir yazı yazıyorum kendimce..?

Acı çekmek nedir sahiden, üzgün olmanın verdiği dayanılmaz bir yaşam formu mu..? Yoksa pek de hoş olmayan olaylar yaşayan bünyelerin mazur kalacağı bir mecburiyet formu mu..? Mecburiyetler bizim hayatımızı böylesine etkileyebilecek konumdalar mı ki, nerdeler ki, kimler ki..?

Fazla soru sormak, cevaplaması istenen bireyin konsantrasyonunu bozmakla kalmaz, konuya ve konuşmaya dair hevesini de gayet yok edebilir kısa bir süre sonra. Acı ile ilgili bir çırpıda çıkan şu yukarıdaki cümleler, ne kadar da canını sıkıyor insanın, ne kadar da meyilleniyoruz cevap vermemeye, cevaplardan kaçmaya. Halbuki cevaplarını gayet iyi biliyoruz soruların. Ama bilmek yetmiyor işte, korkuyoruz onları açıklamaya, kendi bünyemizi kandırıyoruz, tıpkı vereceğimiz cevaplarla başkalarını da kandırır gibi. Atıyoruz içimize, çıkartamıyoruz onları ordan. Çünkü çıkarsa olmaz, devran dönmez. Ağalık biter, krallık gider. Kendi bünyemize teslim oluruz, ruhumuz bünyemizi eline geçirir. Rezil oluruz belki kimi kendi içlerine saklayasılarca, aslında bilmezler ki bizim kopyamız onlar. Rezilin önde gidenleri. İtiraf mercii elbet onların da vücudunda huzur bulacak. İçlerine attıkları o lanetler elbet dışarı çıkacak. O lanet ki kendi vücutlarını saran bünyenin ruhunu çoktan ele geçirmiş demek değilmidir ki, kendini bir de vücutta bulmak istesin. Ruhun güzelliğini keşfeden bir lanetten daha korkunç ne olabilir ki, şu acizane yaşamda.

O lanetin yok olduğu gün değildir güzel gün, o lanetin ruhunu okşamadığı gündür.

5 Eylül 2009 Cumartesi

Türk Futbolunun İçler Acısı Hali

Kulüplerin PFDK'dan aldıkları cezalar derlenince ortaya ilginç bir manzara çıktı... Sahaya doktorsuz çıkan takımlardan top toplayıcı çocuğu tartaklayan yetkililere kadar işte Türk futbolunun içler acısı hali...

Profesyonel Disiplin Kurulu, önceki gün yaptığı toplantıda kendi adına bir rekora imza attı. Başkan Reşat Bostan dahil 7 üyeden oluşan kurul tam 54 dosyayı karara bağladı. Toplantıda verilen cezaların miktarından ziyade cezaya sebep olan fiiller dikkat çekiciydi. Yapılan derlemede ortaya çıkan tablo zaman zaman güldürürken, Türk futbolunun içinde bulunduğu hali de ortaya koydu.

- Beşiktaş ile başlayalım... Siyah-beyazlılar yine taraftar olayları ve biletsiz seyirci almaktan 45 bin lira ceza almış ama asıl dikkat çeken Beşiktaş'ın 2.yarıya geç çıkması. PFDK'nın 5 bin lira ceza kestiği bu "dinlenme süresini aşma" fiili belli ki Mustafa Denizli'nin uzayan taktikleri idi ancak skora fayda etmedi, maç berabere bitti.

- Sivasspor'a verilen ceza da ilginç. Yiğido'nun medyaya her fırsatta konuşan teknik direktörü ile futbolcuları, maç sonu yayıncı kuruluşa röportaj vermeyip bir de Bülent Uygun basın toplantısına katılmayınca gitti kulübün 5 bin lirası...

Yandım doktor yetiş!

- Bank Asya 1.Lig ekibi Kocaelispor ise, hem TFF'nin tescil ettiği forma setini giymiyor hem de parasını ödemediği için kulüpten ayrılan doktorun yerine birini bulamayıp sahaya doktorsuz çıktığı için 7 bin 500 lira cezaya mahkum oluyor.

- Kartalspor da içinde bulunduğu maddi krize bakmaksızın kaşınan kulüplerimizden. Gaziantep BŞB maçından sonra soyunma odasına yayın yetkisi olmayan televizyoncuyu alınca PFDK yapıştırıyor 2 bin 500 lira cezayı.

- Ç.Rize'nin kabahati büyük, çünkü cezası 15 bin TL. Kulüp yöneticisi Ali Çemberci akreditasyon kartını başkasına kullandırınca para ve 90 gün hak mahrumiyeti cezası kaçınılmaz olmuş.

- TFF 2.Lig kulüpleri Zeytinburnu ile Tepecik Belediyespor statlarında itfaiyeye gerek görmemiş. Cezası bir şey değil, bin 500'er lira. Tepecik ayrıca İstanbulspor maçında 'nasılsa rakip taraftar yok' diye güvenlik görevlisine de ihtiyaç yok demiş. Bunun için bin 500 lira ceza daha...

- TFF 2.Lig ekibi A.Sebatspor da hemşehrisi Karadenizspor ile oynadığı maçta 'Laz' dayanışmasına güvenmiş olacak ki ne doktor ne güvenlik çağırmış. Bedeli 4 bin 500 lira... Erzurum, Of ve Kars kulüpleri de 'Güvenlik görevlisi getireceğime bin 500 lira öderim' diyenlerden.

Nerede Kroki?

- Foto muhabirlerinin statüye aykırı şekilde saha kenarında yer almasından dolayı ihtar edilen Muğlaspor'a, stat krokisini temsilciye vermediği bir ihtar daha verilmiş.

- Gözden ırak TFF 3.Lig'de Kastamonu-Sürmene maçında ne oldu ise, ev sahibi ekibin masörü M.Can Koç ile Sürmene'nin kaleci antrenörü Sebahattin Çoban belki de aynı top toplayıcıya sportmence olmayan şekilde davranınca 15'er gün hak mahrumiyeti cezası almışlar.

- Maddi sıkıntı içindeki Kocaelispor, A2 takımını Kartal maçı için İstanbul'a gönderemeyince hükmen yenilgi ile 3 puan silme cezası almış. Kocaeli A2 Ligi'ne -3 puanla devam edebilecek.

Futbolumuzun hali içler acısı. Oyuncuların lisans ücretlerini ödeyemeyen kulüpler, maçlara doktor, itfaiye ve güvenlik getirme konusunda da cömert davranamıyorlar. Umarız sezon ilerledikçe kulüplerimiz hatalarını azaltacak çözümler üretirler.

Kaynak: http://www.internetspor.com/turk-futbolunun-icler-acisi-hali-news12803.html

Hakikaten çok komiksiniz siz ya..!